2 Eylül 2016 Cuma

http://www.boluolay.com/sehirlerarasi-otobus-yolculuklarinda-ne-oykuler-dinlenir-iste-bunlardan-…-makale,2384.html

19 Ağustos 2016, 19:07
Bu makale 1194 kez okundu
Şehirlerarası otobüs yolculuklarında ne öyküler dinlenir; işte bunlardan …
Nafiye Ç. Özdemir
Otobüs kullanmam gerektiğinde mümkünse tek kişilik koltuk alırım ki; okuyarak veya zihnimde biriktirdiklerimi planlayarak zamanımı kendimce doğru kullanarak yolculuk edebileyim…
Bu kez yer kalmamış, iki kişilik koltuktayım, gençlikte rehberlik yaptığım zamanlardan kalma alışkanlıkla, en önde de yer bulamayınca, arka kapıdaki servis yeri olsun susayınca muavini yormayayım diye düşündüm. Esenler’ den binen bir hanım yanıma oturdu… Malum toplumca sıcak insanlarız, gülümsedik birbirimize… Altı saate yakın bir zaman yan yana geçecek… Kitabımı açtım, iki satır okumadan hanım sordu; nereye? Hayat böyle aynı güzergâhın dışında inme olasılığı zayıf olsa da, böyle anlamsız sorularımız çokçadır… Mesela kapıdan giren oğlunuza, geldin mi dersiniz… O da yeni yetmeliğin muzipliğiyle; yok daha yoldayım, bu sadece görüntüm diye yanıt verir… Şimdi tanımadığım, uzun saatler yan yana yolculuk edeceğim bu zarif hanımefendiye, tam aksi istikamette bir şehir ismi söyleme dürtüme hakim olup, gülümseyerek yanıt verirken aklımdan geçen bu zırvalıkları okuyamadığı için müteşekkir, kitabıma döndüm… İki satır daha, yeni soru çoluk çocuk var mı? Üçlemeden kitabı kapadım, haydi sohbet edelim en iyisi dedim… Konuşmayı pek seven bir milletiz, bir saate kalmadan akrabadan öte yakın olmamız an meselesi…
Soruların arkası kesilsin istiyorsanız; soruya soruyla karşılık verin… Karşınızdaki zaten kendi hikayesini anlatmaya can attığından, size soru soruyordur… Eh üçüncü soru da yetişti; nerelisiniz? Artık senli benli muhabbete geçeriz, son yıllarda sizli bizli konuşmalar azaldı, herkes sen demeyi pek bir benimsedi… Sizi nezaketten ziyade; üstünlük formatında algıladıklarından, sen diyerek eşitliklerini ilan etme ihtiyaçlarından olsa gerek…
İl sınırını geçtiğimizde, çoktan isimler öğrenilmiş, internet ortamı eklemeleri, onaylamaları yapılmış… Muavin ikramlarından paylar alınmış, yenilip içilmişti… Bu güzelliği hala yerinde hanımefendi, yetmişinde olduğunu söylediğinde, iltifat beklediğinin farkında olmama rağmen, sadece epey hatıra biriktirmişsinizdir dedim…
Bir an sustu… Bir zamanlar hayata dair öyle çok umudum vardı ki diyerek anlatmaya başladı…
Ailemin, benim için kurduğu geleceği umursamadan, kendi kararlarımın ceremesini yaşama kararımla, hayatımda dönüştürebildiğim bir şey yok, adeta başladığım noktadayım dedi… Monolog olmasın diye arada bir iki kelime de ben edeyim istedim… Stephen King okudunuz mu hiç? Çorak Topraklar yedilemesinde, başladığı nokta ve bitişi arasında hiçbir fark yoktur. Arada yaşanmışlıklarıdır değerli olan dedim… Okumamıştı… Okumakla ilişkisini sevdiği adamla evliliğiyle terk etmişti… Eşi okumayı, kitaba para harcamayı anlamsız bulurmuş… Aralarındaki bağın daha değerli olduğu düşüncesiyle, öncesinde arkadaşlık ettiği bir çok kişiyle de ilişkisini koparmıştı… Önceleri evlerini kurmaları, çocukların büyümeleri epey bir oyalamıştı, aralarında kopuşları, uzaklaşmaları fark edememiş, her evlilikte olan ufak tefek farklılıklardan çıkan geçici sorunlar sanmıştı… Sonra bir gün, beni sevmiyor olabilir mi diye sorgularken bulmuştu kendini… Bir insan sevmiyorsa ancak bu denli kırıcı olabilir… Bu kez üzüntü yaşamasına sebep oluşturan konuları gözden geçirmişti… Başlangıçta eşinin arzusuyla vazgeçtiklerini düşününce, kendini nasıl eşit olmayan bir duruma kendinin koyduğunu fark edip irkilmişti… Kişiliğiyle tezat bir hayatı, sırf eşiyle mutluluğu uğruna kabul edişi sonucu eleştirilmeleri, diğer eşlerle kıyaslanmaları hep canını yakar… canı yandıkça can yakmaya başlar... Devreye aldatmalar girince, yollar ayrılır… Ayrılır da, çocuklar olunca öyle haydi hoşça kal deyip arkada bırakmaya benzemiyor elbet… Çocukların ihtiyaçları her konu olduğunda bu kez uzaktan tartışmalar oluşur… Nihayetinde bir gün faydasız olduğunu gördüğü bu iletişimi, çocuklarına rağmen tamamen koparma kararı alır. Kendi yolunda ilerlemelidir, mesleki kurslara gider, kendini geliştirir, ufak da olsa harçlığını çıkaracak kadar kazanır… Çocukları ve kendi için, yetebildiği kadar elinden geleni yapmıştır. İşte bu çabalar onu dinçleştirmiş, umutla ayakta durma çabasıyla, estetik veya destek ürünler olmaksızın genç görüntüsü oluşmuştur… Sadece bir yaşanmamışlığı içinde ukde kalmıştır. Karşılıklı sevgiyle bakabildiği bir çift candan göz özlemektedir. Akşam elleri titrese de, yorgunluk çayı ikram edebileceği,çiçekleri sularken, toz alırken sevgiyle yardım etmese de izleyen bir çift göz… Akşam yatarken çarşafın soğukluğuna inat sırtını dayayabildiği sıcaklığa sahip bir çift göz…
Dinledim, dinledim… Peki dedim hiç aynaya bakar mısınız? O aynadaki aksinizde kendi gözlerinize, kendinizi sevdiğinizi ne denli değer verdiğinizi söylemeyi denediniz mi? Ciddi olduğumu anlayınca, dediğini yapayım da o çift göz, bana yoldaş olur mu? Öyle bir olur ki teyzecim diye yanıtladım, öyle bir olur ki çünkü o çift gözü veren, ona kendini katmıştır. Hiç yalnız bırakmaz, sadece inan… Ve yolumuzun sonuna geldiğimizi fark ederek, yanağına ufak bir öpücük kondurup kal sağlıcakla dedim.
Tek kişilik koltuk kalmayışındaki sebebi gördüm, işte bir aynaya daha bakma fırsatı vermişti. Kitap mı? Nasılsa okunurdu, planlar mı? Nasılsa yapılırdı… Bir cana, bir ruha dokunabilmiştim, kendimin tezahürü veya değil… Dönüşe artık tek kişilik koltuk önemsizdi, bir daha sefere belki yine başka bir mesaj için… Olması gerekenin olması için akışına bırakacaktım…