27 Mart 2016 Pazar

http://www.boluolay.com/…-ve-yolunuz-duserse-makale,2159.html

… ve yolunuz düşerse;

27 Mart 2016, 13:11
Bu makale 27 kez okundu
… ve yolunuz düşerse;
Nafiye Ç. Özdemir
Sizlere; konukseverlikleri ve güler yüzleriyle, sizi en canlarıymışçasına karşılayan, ağırlayan, uğurlayan insanların yaşadığı topraklarımızdan birinden söz edeceğim. Vatanımızın neresine gidersek gidelim, bir lokmasını bin gibi paylaşan, Allah Kerim deyip size yarın yokmuşçasına sofralar kuran, nasıl daha iyi ağırlarım diye uğraşan canlara çokça rast geliriz.
Sözünü ettiğim bu şehir ise; önceleri kendi halinde iken, üniversite kurulmasıyla daha da gelişip büyüdü. Birçok koya sahip, yaz kış hiç bitmeyen rüzgârlarıyla saç baş bırakmaz, alışık olmayanı serseme çevirir. Muhteşem dondurması, peynir helvasını tatmadan dönmeyin, yolunuz düşerse, Salı veya Cuma mutlaka pazarına da bir uğrayın en azından domatesinizi, peynirinizi alın derim…
Turistik tanıtım yaparak şehri daha da kalabalıklaştırmayı istemesem de; eskiden sadece Kurtuluş Günü’ ne özel kalabalığı olan Çanakkale’ den söz ettiğimi, en başından beri anladığınıza eminim.
Otuz beş yıl önceki haline dönersek, aracınız yoksa, Eceabat’ tan, Seddülbahir’ e varmak için saatle araç beklerdiniz. Türk Şehitler Abidesi’ nin ışıklarını ya Anadolu kıyısından veya gemiyle geçerken görebilirdiniz. İlgi arttıkça yarım kalan düzenlemelere devam edildi. Civardaki diğer mezarlıklar ve müzelerle tarihi daha bir başka yansıtır oldu… Ziyaretçilerin kısa konaklamaları için alanlar oluştu. Günü birlikçiler arttı…
Bir yabancı gibi giderseniz; gezdiğiniz yeri tanıyamaz, o yöre insanlarının hayatlarını anlayamazsınız… Burada dağ taş tarih, nereyi kazsan bir mermiye bir süngüye denk geliriz diye, eskiyi anlatan yaşlıların çoğu vefat etti, yeni nesiller mecburiyetle şehir hayatını seçtiyse de ilk fırsatta köylerine koşuyorlar… Morto Koyu; gemilerden denizden sahile vuran poşetlerle doldu, zaman zaman temizlenilmeye çabalandı. Bir dolu öykü var, balıkçıların anlatacakları ayrı, tarla sahiplerinin ayrı… Konular bir diğerine gebe… Alçıtepe’ si, Kilitbahir’ i, Kaşıkçı Dede’ si; köy düğünleri, kına geceleri, mevlütler… Malum bir yerden yabancı gibi geçerseniz, ne gezdiğiniz yerleri ne de orada yaşayan insanları anlayabilirsiniz…
Kurtuluş Savaşı zamanındaki haline getirilmek üzere bir proje olduğunu ve yaşayanların evlerinin boşaltılacağı ile ilgili bir söylenti vardı. İnsanların alıştığı düzenden, hep bir nedenle başka bir yere kendi isteği dışında gitmek zorunda bırakılması kolay verilesi bir karar değil, yine de belki daha hayırlıdır.
Ata’ mızın; Anzaklara yazdığı mektup; "Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
Tarihten dersler çıkarabilip, örnek alarak; barış, karşılıklı sevgi ve saygı içinde yaşamayı öğrenmemize ve sürdürmemize katkısı olması dileğiyle…

19 Mart 2016 Cumartesi

http://www.boluolay.com/yasanmis-bir-hikayem-makale,2147.html

18 Mart 2016, 18:35
Bu makale 3235 kez okundu
Yaşanmış bir hikayem
Nafiye Ç. Özdemir
Ve bazen yolculukta öyle bir hikâye dinlersiniz ki hayata bakışınız değişir;
Neredeyse 23 yıl önce, iki yaşındaki kızımla, otobüsle şehir dışına annemi ziyarete gidiyorduk. Tek kişilik bileti zor bulmuştuk ve yol kısa, kızım da küçük diye, birkaç saat kucağımda gidebildik. Yanımıza bir hanımefendi oturdu, kızıma gülümsedi. Yolculuk malum, sohbet başladı.
Hanımefendi çok tanınmış büyük bir mağazanın eski müdiresi çıktı. Bir kızı varmış. Tesadüf çok yakın okumuşuz birbirimize, sonra ben okulu bırakıp iş hayatına devam ederken onun kızı bursla yurt dışına çıkmış.
Hatırlarsan diye devam etti, okulda bir not defterini sobaya atmışlar ve tüm sınıf sorguya çekildiği halde hiç biri kimin yaptığını söylememiş. Sınıfça sınıfta bırakıldılardı… Elbette hatırlıyordum, hatta bizim okul kaloriferliydi onların ki sobalı diye iyi ki o okula gitmemişim diye düşündüğümü dahi hatırlıyordum…
Kızı haksız yere sınıfta bırakılması ve disiplin cezası sebebiyle az daha yurt dışı bursundan oluyormuş. Neyse ki gideceği yüksek okul olayların detaylarına vakıf olduğundan bursunu yakmamış… Okul yakmamış ta, kızı o üzüntüyle hastalanmış… Yurt dışına çıkışının akabinde, okuldan aranmışlar, anne baba telaş içinde hastaneye koşmuşlar… Kızları onları hatırlamıyormuş… Evet zamanla bazen hatırlar olmuş, hafızası gidip geliyormuş. Ne yazık ki kızım düzelmeyecek… Keşke o da okumasaydı da, böyle tatlı bir çocuğuyla kucağında beni ziyarete gelseydi, anneciğine varınca bu dediklerimi anlat olur mu diye sözlerini bitirdi.
Kızım şu an yüksek lisansını bitirmek üzere ve bir zaman acemiliğimizle öğretmenlerin dediğini yapacağız derken, kontrolcü ve zorlayıcı ebeveynler olmamızı maalesef deneyimledi, bu yüzden çok pişmanım. Oğlumsa bu yıl üniversite sınavlarına girdi. Gerçekten onun için hayırlı olan olsun diye dua ettim. Çalışsın diye ısrar etmedim, çünkü eninde sonunda olması gereken olur bunu biliyorum. Hep unuttuğumuz bir şeyi hatırlatmak istedim, biz evlatlarımızı yarış atı yapmayı kabul etmezsek, şimdikinden daha düzgün bir sistem illa ki oluşacak.
Evlatlarımıza ne olmak istiyorsun diye sorulduğunda insan olmak istiyorum desinler bırakın meslek söylemesinler… Bir dolu mezun kendi mesleklerini yapmak yerine başka işlere yönelmiyor mu? Ya iş bulamadıklarından ya da seçmek istedikleri alana yöneldiklerinden… hep ne denir aman bir yüksekokul bitir de, neme lazım… Diplomadır bulunsun… İyi de kişi kendini geliştirmek için sürekli okuyabilir, hatta öyle ki belki ders kitaplarıyla sınırlı kalmaktan ötesine de ulaşabilir. Elbette toplumca, belli standartlar bizlerin hayatlarını daha kolay hale getirmek içindir. İyi de zor yolu seçenin de kendi tekâmülü olduğunu hatırlarsanız. Olana şükrederseniz. Hem kendiniz hem de evlatlarınız için hayatı kolaylaştırmış olursunuz.

17 Mart 2016 Perşembe

http://www.boluolay.com/bu-vatanin-insani-olarak…-makale,2139.html

Bu vatanın insanı olarak…

15 Mart 2016, 16:43
Bu makale 349 kez okundu
Bu vatanın insanı olarak…
Nafiye Ç. Özdemir
Bizler beyaz yakalı önlüklüler kuşağıyız… Beslenme çantalarımızda annelerimizin hazırladıklarını birbirleriyle paylaşanlar… Haftada altı gün okula gidenler, hani sırayla masa örtülerinin yıkanıp ütülenmesi görev dağılımının olduğu, hademelerin işini azaltmak için temizlik kolu olmanın cam silmeyi de kapsadığı zamanlardan kalmayız.
Masa örtüleri kirlenmesin diye üzerine muşambalarımız vardı. İmtihan derdik daha sınav sözcüğüyle tanışmamıştık… İmtihanlarda, öğretmen arkadaşlarımızla aramıza kopya çekmeyelim diye çantalarımızı koydururdu.
Sonraları dağıldık, kim bilir nerelerdeler o ilkokul arkadaşları? Okullarımızla çevrelerimiz de değişmişti… Şimdiki gibi watsap ve facebook grupları oluşturmayı bırakın herkesin evinde telefon ve televizyon olmayan günlerden söz ediyorum…
Siyah beyaz televizyonumuz geldiğinde uygun adımlarla asker yürüyüp bayrağı çekerken İstiklal Marşımız okunmadan yatmak istemezdim.
Şimdiki kadar teknolojik, felsefi, sanat yönü güçlü filmler veya renk cümbüşü yoktu, belli saatlerde izlenebiliyordu alternatifi de yoktu. Sadece tarzıyla, duruşuyla hayran olduğumuz spikerler ve program sunucuları vardı. Siyaset adamları oldukça zeki ve esprili görünüyorlardı, gazetelerde bol bol karikatürlerine rastlardınız. Sevecen görünen saygı duyduğumuz büyüklerdi…
Sonra yağ kuyruklarını, tüpün, tekel ürünlerinin zor bulunduğu zamanları da anımsıyorum… İki mahalle farklı siyasi grubun elinde diye yol değiştirmek hatta hiç yola çıkmasak mı düşüncesiyle yaşadığımız zamanlar ve ardından her köşede yeşil kıyafetleri ellerinde tüfekleri ile askercikler nöbet tutar, gece sokağa çıkma yasaklı zamanlar…  Gece ve gündüz arasındaki farkı pek anlayamamışlığım hala sürüyor yani gece olan gündüz olmuyor mu? Gecenin günahı ne?
O zamanların çocuk ve genç olarak yaşamış bizler ne tür güvensizlik duygularıyla yetişip, o zamanki yaralarımızı yarım yamalak sarmadan çocuk yetiştirmeye kalktık ve şimdi belki gerçekleştireni değişse de yaralar, kayıplar bizleri hırpalamaya devam ediyor. 
Bizden sonraki nesillere barış, saygı ve sevgi içinde bir ülke bırakmakla sorumlu değil miyiz? Hiçbir şey yapamıyorsak, kuraklık zamanı yağmur duasına çıkanlar gibi, bu acı olayları şifalandırma duasına çıkalım. Her gün kendi evlatlarımızı yolcu ederken dua edercesine, vatanımız için dua edelim. Bu üzücü kayıpların bitmesine, vatanımıza sulh gelmesine, herkesin birlikte huzur içinde yaşayabilmesine niyetle dua edelim. Teşekkür ederim.