13 Mart 2018 Salı

Hayatı seçin…

Hayatı seçin…

Boluolay.comgazetesinde ve web sitesinde yayınlanmıştır

Kadınlar gününü geçtik, birçok kadının kadın olma kavramı eşleri, çocukları, ebeveynleri ve toplumun koşullandırmalarıyla sınırlı yaşamakta olduğu dünyamızda; körler sağırlar birbirini ağırlar olmaktan çıkıp birbirimize nasıl farkındalık katabiliriz?
Toplumda erkek ve kadın ayrıdır. Bedenen, zihnen ve ruhen farklı olmanın ötesinde bir ayrılıktır iliklerimize kadar kazınan… Sahiden de böyle midir? Anne karnındayken daha çocuğun erkek olmasını uman, kız doğunca matem havası yaşanılan aileler daha doğmadan, bebeğin dünyaya bakışını koşullandırmaya başlamıyor mu? Erkek ağlamaz, erkek güçlüdür, erkek evin reisidir benzeri kavramlarla doğallıktan uzaklaştırılıp, duygularını ifade etmeyi zayıflık zanneden, kendi oluş yolculuğu önüne kalıplar yerleştirilmiyor mu?
En modern görünen toplumlarda dahi; kız çocuklarına pembe, lila odalar veya bebeklerle dolu odalar hazırlanırken; erkek çocuklarına maviler, oyuncak arabalar, toplar alınmıyor mu?
Her ebeveyn ailesinde bulamadıklarını, çocukları yaşayabilsin diye onların farklı kişiler olduklarını değil sanki kendi uzantılarıymışçasına, olamadıkları herşeyi oldurmak adına bir çabada değil mi?
Yeni nesiller biraz daha mı isyankar? Not ortalamaları sizlerin hayalinizdeki okullara girmeye yetersiz mi? Haydi biraz daha zorlayın ki sizin onlar için kendi arzularınız doğrultusunda okullara kapağı atabilmeyi başarsınlar, başarsınlar ki siz de etrafta benim aslan oğlum, benim güzel kızım şurayı kazandı bunu oldu diye böbürlenerek gezin. Vazifesini başarmış, kendi üst versiyonunu yaratabilmiş insanlardan oluverin.
Sizce hayat bu mudur? Veya kendiniz için hayal kurmak ve o hayale ermek için küçük adımlar atmak mıdır? Çünkü sizler bu küçük adımları atabildikçe, çocuklarınıza cesaret aşılayabileceksiniz. Onlar da kendi hayalleri için küçük adımlar atmak üzere sizleri örnek alacaklardır.
Kişi ev kadını olabilir, eşi türlü sebeplerden çalışmanızı istemediği için, çocukları yetiştirmek üzere evde yaşamayı seçmiş te olabilir. Bir kadın her koşulda üretkendir, ancak koşullara ayak uyduruş sürecinde, gezerek, alışverişle, içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyor olabilir. Halbuki süreci; farklı kurslara katılarak, değişik kitaplar okuyarak kendini geliştirmeye ve kendine en yakın ilgi alanlarını, yeteneklerini keşfedip geliştirme yolculuğuna çıkmak üzere bir fırsat olarak değerlendirmesi de mümkündür. 
Her adımda ailesinin veya eşinin onayı veya hayırlarıyla karşılaşan kadınlar için ise; sihirli bir çıkıştan ziyade, adım adım hem kendilerini keşif ve ilerleme yolculuğu, hem de etraflarını bu yolculuklarına onay veren mümkünse destek olan bakış açısına getirebilmenin sorumluluğu beklemektedir.
Kimileri için hayat altın tepside sunulmuş görünse de; gerçek olan asla görünen değildir. Görünenin ötesini fark edebilmek ve başkaları yerine kendi yaşam yolculuğunda varmak istediği noktanın hayalini kurabilmek önemlidir. 
Çocuğunuz kedi istiyordur, komşunun kızının köpeği, bir diğerini kedisi olabilir. Sizin belki alerjiniz vardır, o zaman çocuğunuza hayır demek yerine; alternatif sunmak nasıl olur? Belki bir akvaryum? Bir muhabbet kuşu hatta bir hamster?
Eşiniz çalışmanızı mı istemiyor? Sebebi ben eşini çalışıyor dedirtmem mi? Eve gelince sadece kendine hizmete hazır ve nazır bir kadın mı? Sizi çok seviyor veya yorulmanızı mı istemiyor? Sevgi saftır, karşınızdaki kişinin gelişim, dönüşüm ve değişimine, hatta size göre yanlış kararlar almasına dahi gözlemci kalarak, ihtiyacı olduğunda destek olabilmektir. Birbirinin kafasındaki insan haline form değiştirmek, belli bir role girmek sanılması, bir tarafın dilediği gibi yaşanacak, diğer tarafı yok sayan çarpık bir bakış açısıdır. Bir tanıdığım; çiftler bir arada yaşarken asgari alanda fikir birliği içinde olması yeterlidir demişti, bu sanki bir iş yerinde ortak olmak gibi… 
Peki kişiler kendilerini seven, değer veren olsa ve birbirlerine sevgilerini ve değer verişlerini devam ettirebilir, hatta arttırabilir olsa, bu birlikte yetiştirdikleri çocuklarına sirayet etse, onlar da yetişkin olduklarında aynı şekilde ilerlese, toplum nasıl olurdu? 
Daha uyumlu, saygı, sevgi ve barış düzeyi artan bir topluma dönüşmek mümkün mü?
İşte bu noktada kadın doğuran, çocuk yani geleceğin yetişkinlerini yetiştiren olarak; her daim önemli bir sorumluluğa sahip… Vazifesi ailesinin evini, çamaşırlarını temizlemek ve misafir ağırlamaktan çok daha büyük.
Yaşlıları olan ailelere, lütfen kendi yapabilecekleri işler için olanak tanıyın, sizin onlara yardım ve iyilik diye yaptıklarınızla onların yapabilirliklerini kısıtlıyorsunuz diye uyarıda bulunmakta yarar görüyorum. Lütfen aynı fırsatı çocuklarınıza da tanıyın ki, kendi başlarına başarabildikleriyle özgüvenleri artsın. 
Yetersizlik hatta değersizlik hissi oluşmasında, iyi niyet taşları döşelidir. İyi niyetle yapılanlar karşıdakilerin zekasına, becerilerine hakaret oluşturabiliyor. Erişkin olduğunda hala ebeveynlerine bağımlı, kendi başlarına karar almaktan ürken, sürekli onaylanma ihtiyacında kişiler olmalarını istenmiyorsa çocuklara kendilerini geliştirebilecekleri alan yaratmak üzere, gözlemci kalmakta yarar var. Ödevlere yardım eden aileler ve hatta bile bile o yaş çocukların yapamayacağı muhteşem proje ödevlerine yüksek not veren ve kendi yetisiyle uğraşmış öğrencilere düşük not veren öğretmenler olmayın lütfen.
Hayatın hangi noktasında vazifeli olursanız olun, gerçek hayata hazırlamamız gereken nesillerin zorlanmasına izin verin ki, içsel güçlerini yeteneklerini keşfedebilme ve kendileri olabilme imkanları olsun. İşte o zaman hayatı kandırmacalarla oyalanmaktan öte deneyimleyerek, gerçekten hayatta olmanın onurunu taşıyanlarla dolu bir noktaya doğru yol alabilmenin kapıları aralanacaktır.
Babalar top oynamak, balığa çıkmak için erkek çocuk sahibi olmayı beklemek yerine, bunları kızlarınızla da gerçekleştirmenin tadına varın. Kocalar eşlerinizi kısıtlamak yerine bırakın, özgürce üretebilen insan olsun. Sadece maddi kazanç değil maneviyatını güçlendirmek için de ilerleyebilsin. 
Her okuduğunuzun farklı bakış açısında yazılanını da okuyarak, kendinize hazmetme süreci tanıyın. Hayal kurmayı sürdürün. İçinizdeki çocuğu sevindirmeyi sürdürün. Herkes kadar değerli, yeterli ve bu dünyada olduğunuz sürecin tamamını öğrenerek geçirmek için burada olduğunuzu hatırlayın.
Hayatın hangi anında veya kiminle hayal kırıklığı veya öfke oluşmuşsa, onu yıllarca içinizde taşımak yerine salıverin. İçinizde o anla, o kişiyle, o olayla helalleşin ve yolunuza şükürle devam edin. Hayatta olduğunuz müddetin her anını kendinizin ve tüm toplumun hayrına en faydalı biçimde değerlendirin. Nefes alıp verdiğiniz süreç içinde her daim hayatı seçin.

5 Mart 2018 Pazartesi

Bir yandan sevinç, bir yandan hüzün…

Geçmiş senelerde Şubat ayları nasıldı? 28 mi 29 geldiği zamanları daha çok anımsarsınız? Kimilerimiz 29 Şubat doğumlu olup, dört yılda bir yaşlanıyorum esprileri yapar, kimilerinin ömrünce yaş günü kutlamaları hiç var olmamıştır. Kimilerinin ise doğum günleri aile büyüklerinin vefatına denk gelir, yarı buruktur dünyaya gelişleri… Dünyaya bakışları da; ömürlerince bir yandan sevinç, bir yandan hüzün taşır.
Kimileri için okulların kar dolayısıyla tatili, deli gibi hazırlanılmış bir sınavın ertelenişidir. Tatil sonrasına sınav için tekrar yapılması şart olmuştur. Hatta çeyrek asır filan öncesinde; sömestr tatili öncesi kurtarma yazılısını olamamanın hayal kırıklığı yaşayanları da bolcadır…
Peki ya geçmiş seneleri, geçmiş mevsimleri, geçmiş ömrünüzü nasıl anımsarsınız?
Havanın ayazında sabah okula gitmek üzere yola çıktığınızda; köşe başında elinde tüfek bir er tarafından sokağa çıkma yasağı ilan edildi geçemezsin diye yolunuz kesildi mi hiç? Yarı oleey tatil hissinde, yarı henüz sokağa çıkma yasağı ne öğrenmemişken, eve nasıl döneceğim annem, babam inanmazsa diye içiniz ürpererek kös kös eve döndünüz mü? Bizim ev; televizyonu olan nadir evlerdendi. Dönünce babam inanmayarak sokağa kontrole çıktı, annem televizyonu açtı mı hatırlamıyorum zaten normalde akşamları ve pazarları gündüz yayın vardı. En sevdiğim Pazarları, siyah beyaz film izlerken, ya annemin ya da babamın hazırladığı çayı içer ve değişik kekler, börekleri yerdik… Akşamları sık sık misafirlerimiz olurdu, ismini televizyon misafirciliği koymuştuk … Sonra aylarca her köşede niye beklediğini bir türlü anlayamadığım askerler nöbette durdular. Askere sevgi, saygı ve güven duygumuz sonsuzdur.
Gazetelerde ön sayfalarda siyasi liderlerin karikatürleri olurdu, üzerlerine aydınger koyarak kopyasını çıkarır, sonra tekrar bakarak aynısını çizerdim. Kış günleri tatillerinde, apartmanda yaşayan diğer çocuklar neler yapıyordu, pek bilemiyorum çünkü komşuluk pek gelişmemiş bir binada yaşıyor idik. Ancak kar yağınca yalvar yakar sokağa çıkma izni koparırdım, kar topu savaşlarında ellerimiz ayaklarımız sırılsıklam buz kestiğinde, kazan dairesinde gizlice kurutup yeniden giyer, oynamayı sürdürürdük. Eve dönsek tekrar çıkmamız için izin alabilmemiz mümkün değildi. Eve sadece yaş günlerimizde arkadaş çağırabilmemiz mümkündü. Kimse kimsenin kapısına bir bardak su için dahi gitmezdi. Kapı çalana arkadaşını kapıya çağırmaz, ders çalışıyor şimdi cevabı yanı sıra, büyükler kaş göz işaretiyle, annen merak etmiyor mu diyerek nazikçe terbiye verirdi. Büyüklerden çok çekinirdik.
Okula giderken köpekler önümüzü keser, beslenme çantamızdaki ekmeği versek beğenmez, illa son kuru köfteyi de verene dek önümüzden çekilmezlerdi.
Evinde öncelikli telefon sahibi olanlardandık. Babamın mesleği gereği televizyon ve telefon giren ilk evlerdendik. Çevirmeli yeşil renk bir telefonumuz vardı. Kapıların zilini çalıp kaçmak ilk yaramazlıklarımız, yaşımız ilerledikçe rastgele telefon çevirip karşımıza çıkanı işletmekle sürdü. O zamanlar küçük yerleşim yerlerinde; hala mahalle muhtarından, köyün bakkalından telefon idaresi aracılığıyla ihbarlı görüşülebiliniyordu.
Mektup kağıtları çeşit çeşitti, kokulu silgilerimiz vardı. Hatta okula; beyaz dantel yakalarımız, ipe geçirilmiş silgimiz cebimize çengelli iğne ile tutturulmuş giderdik. Resmi bayramlarda; kral ve kraliçeler en çalışkanlar içinden seçilir, grapon kağıtlarından kıyafetlerle okul gösterisinde görev alırdı. Çoğumuz kral ve kraliçe olmak hevesiyle çok çalışır, sınıfta terbiyeli ve sessiz en düzgün, dik oturan olarak öğretmenin gözüne girmek için çabalardık. Askere gidenlerle mektuplaşılırdı. Sonraları okuduğum okulun abonesi olduğu bir dergi sayesinde, yurt dışında mektup arkadaşlarım bile oldu. Annemin çalıştığı devlet dairesi de, okuduğum ilkokul da haftada altı günden beş güne düşürüldüğünde nasıl sevinmiştik.
O zamanlarda da aileler, çocuklarını bütçeleri yettiğince piyano, karate gibi özel derslerle takviye etmeye çalışıyorlardı. Benim ailem de Kızılay’ ın öksüz ve yetimler için açtığı bir kampa göndermişti, orada ranzalarda belli kurallar çevresinde yaşamamız gerekiyordu ve sudan çıkmış balık gibi hatta ailem beni istemiyor başından attı şeklinde yaralı dönmüştüm, her yanım yara bere içinde… Annem pek anlayamamıştı, ona göre bana faydalı bir etkinliğe katılmamı sağlamıştı. Ardından daha lüks bir ortama, büyük kulüplerimizden birinde yüzme kampına yollanmıştım. Yüzmek gerçekten muhteşemdi, kamp arkadaşlıkları da… Sadece hocaların bizleri niye yarıştırmaya çalıştıklarını anlayamamış ve bundan fazlasıyla rahatsız olmuştum.
Bu arada bir gün annemin bir bisikletle geldiğini görünce öylece kaldım, meğer kendilerince sürpriz yapmışlar. Bir sene o bisiklete binemedim, mahalledeki bütün çocukları bindirdim. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum? Ailem benim adıma, kendi koşulları içerisinde güzel bir şeyler yapıyor görünüyorlar ve ben bir türlü memnun olmuyorum. Üzerine bir dershaneye yazdırıldım, sürekli testler neye yaradığını bilmeden, tam gün okul sonrası dershaneye gidip geliyorum. Başarı oranım en yükseklerde olmasına rağmen ki, zamanımızda her özel okul için ayrı harç ödenerek, ayrı ayrı sınava girilmesi gerekiyordu. Ebeveynler kaç okul için kayıt yaptırdıysa, gir babam gir sınavlara şeklinde… Korkunç sıkıcıydılar, arada tuvaletim geliyor ama çıkınca geri dönmeye izin verilmediğinden, yarısında bırakıp çıkıveriyordum. Neyse sonunda sınavlara girip çıkmaya alıştım herhalde ki, birkaç okulu kazanıverdim. Annemin kontrolüne yakın olana kaydım yapıldı. Yine bir dolu yabancı ile bir aradaydım, üstelik bir kısmı yazın özel ders almış veya aileleri ile yurt dışına gitmişler. Yine kurallar, yine ders sırasında tuvaletim geliyor izin istiyorum diye sınıfta alay konusu olmalar, bu arada laf aramızda; teneffüste sigara içen ablalar yüzünden tuvalete gidebilmek kabus gibiydi, o yüzden aklımca böyle bir çözüm bulmuş idim. Okulun en güzel yanı okula gidip dönerken vapura binmek gerekmesi ve okul kırıp sinemaya gitmekti. Sözlülerde gösterdiğim başarı, yazılı sınavlarda çuvallamaya dönüştükçe, gece yarılarına dek Türkçe konuştuğum için üstümde kalan anahtar sebebiyle cezalar yazdıkça okul kabusum oldu. Tatillerde üvey babamla işe giderek, hayata bakışım farklılaştı. Seçeneklerim çoğaldı. Birçok konuda ne kadar çok bilgi sahibi olduğumu fark ettikçe, okula gitmek yerine çalışma hayatına atılmaya diretir oldum. Ailem için travma yaratan bir durumdu okulu bırakışım, bana göreyse okula gitmek bir travma haline dönmüştü. Bu denli uçlarda yaşam deneyimleri için fazla gençtim. O sıralar kot pantolon, sigara hatta alkol kaçak gelirdi. Üzerinize giydiğinizle, ailenizin maddi durumu veya ailenizin okulla ve diğer ebeveynlerle iletişimiyle değerli bulunurdunuz.
İşte kendime yemin ettiğim andı, anne olunca çalışmayıp evde oturacak, çocuğum ve hatta çocuklarım büyürken, ebeveyn olarak onların yalnızlık hissetmeyeceği şekilde diğer ebeveyn ve okul idaresiyle, olumlu iletişim içinde olacaktım. İş her şekilde bulurdum, her konuda yetenekli ve çalışkanlığıma güvenim sonsuzdu.
Kendime sözümü tuttum, benim yolumdan yürümemiş çocuklarım, olmayana göre değil oldurmaya çalıştıklarıma göre değerlendirebildiler. Açıkçası verdiğim zamanın boşa gitmediğine inanıyorum, elbette her anne gibi eksik ve yanlış yanlarım oldu, hesaba katmadığım benim çocukluğumda çalışan, boşanmış kadın olmak istisnai bir haldi. Aradan geçen zamanda olağan bir hale dönüştü. Dolayısıyla çalışan annelerin de katkısıyla, aile bütçesi ve çocukların gelişimi için özel masraflar açısından çok daha faydalı oldu. Muhtemelen birçok arkadaşlarının yapabildiklerinden geri kaldılar. Yarışlar arttı, koşullar zorlaştı, öte yandan teknoloji ilerledi; internet, renkli televizyon, cep telefonları; öyle ki kuzine ateşinin, yaz akşamları açıkhava sinemalarının, tiyatroya giderken en temiz giysilerin özenle giyinilip gidilişinin, toplu taşımalarda büyüklere yer vermenin değerini unutmuş çağımızda onlar da kendilerince birçok çelişik duygu içerisinde büyüdüler. Bazen çocuk olduklarını unutup, onlara yetişkinlermişçesine cümleler kurduğumda, büyüklerimden uyarı alsam da, onlar anlar diyerek tavrımda ısrar ettim ki, çocukluklarını doyasıya yaşamaları yerine birden olgun insanlara dönüştüler.
Şimdilerde okuduklarımızdan anladıklarımız dışında, bu konularda profesyonel yardım alınabilen kurumlar olduğu gibi, kendim de eksik ve yanlış zannettiklerimi yeni edindiğim bilgilerle süzgecimden geçirerek, bu kırasıya yarışçı hale getirilmeye çalışılan çağımızda benden çok daha topluma faydalı iki çocuk yetiştirmiş olmaktan onur duyuyorum. Şimdiki neslin bizim zamanımızdakileri anlamaya uğraşsalar da, akıllarının karışması çok doğal ancak yine de bizlere göre çok daha şanslılar, çünkü ebeveynleri sesli özeleştiri yapıyor, hatta yeri gelince özür dileyebiliyor, çocuklarının arzuları doğrultusunda onlara daha iyi bir yaşam sunmak için çabalıyor. Evet bizler kendi ebeveynlerimizi belki yeterince anlayamadık, belki anlatamadılar, belki de olması gereken bu.
En değerlisi çeyrek asır beklemeden çağın hızına göre bizlerin de uyum sağlayabildiği ölçüde hayatımızı dönüştürüp, değiştirebiliyor ve geliştirebiliyoruz… Bir yandan hüzün, bir yandan sevinç…