23 Ekim 2015 Cuma

http://www.boluolay.com/tarihimize-ve-turkce-mize-sahip-cikalim-makale,1913.html ..21 ekim 2015 tarihli yazım

Yabancı isim taşıyan iş yerlerine, oralarda çalışan vatandaşlarımıza iş imkânı oluşturduğu için ılımlı yaklaşma gayretinde olduğumu belirtirken, yazımın konusuna yön veren bir söyleşiyi izleme fırsatım oldu.
Cumhuriyet Bayramımızın arifesinde, birçoğumuzun ülkemizde yaşananların acısıyla, tedirginliğiyle bayram yürüyüşleri olmasa mı noktasında düşüncelerini aşabileceğine inanıyorum.
Türklüğün tarihçesi konusunda araştırmalarını sürdüren uzmanların sayısını arttırabilir ümidiyle, özellikle evlat yetiştiren ebeveynlere sesleniyorum ve geçmişini bilmeyen geleceğini kuramaz deyişini bir daha düşünmenizi rica ediyorum.
Uzmanlık alanım dışında olsa da, Mu Medeniyeti gibi eski medeniyetler hakkında merak duyarım. İzlediğim bir programda, Ata’ mızın da, gençlik yıllarında katıldığı sohbetlerle başlayan merakının, kazanılan savaşlar ardından, vatanımızın bağımsızlığını ilelebet korumak adına, kültürel tarihi açıdan sağlamlaştırmayı hedefleyerek yaptırdığı araştırmalar ışığında, kökenimizin ve coğrafi dağılımımızın, dilimizin zenginliğinin, dna’ mızın, kemik yapımızın, inancımızın ne kadar gerilerden beri var olduğunu, dış mihrakların zihnimize kazımaya çalıştığının aksine, bizlerin de onlar kadar köklü bir geçmişi olduğunu, dünyadaki diğer uygarlıklarla eşdeğerde olduğumuzu net bir şekilde hem dünya insanlarına hem de tüm vatandaşlarımıza aktarılması üzerine başlattığı çalışmaları hayranlıkla dinledim. 
Dünyanın değişik bölge ve kavimlerinde, eski zamanlardan Türk motiflerinden, kelimelere dek benzerlikler bulunmasının altında yatan nedir? Ne zaman, ne şekilde, ne sebeple bu dağılım olmuştur? Niçin öz değerlerimize sahip çıkmak ve üzerine yenilerini inşa etmek yerine, dış dünyadan gelenleri hevesle kabul ederek kendimizden uzaklaşmaya başladık? Yediğimiz meyveler dahi kendi coğrafyamıza ait olduğunda ve mevsiminde tüketildiğinde bünyemiz için faydalı olurken, niçin hiç süzgecimizden geçirmeden yabancı kaynaklı sunulanları bu kadar kolay kendimizle özdeşleştirmekteyiz?
Gerçekte derdimiz günü kurtarmak ve çocuklarımıza iyi yarınlar hazırlamak olunca, tarihi geçmişimizin bir önemi yok gibi görünebilse de, yarın için dünden ders almamışsak, sağlam temeller oluşturamadığımız bir gerçek.
Çevrede ismi Türkçe olmayan veya sonunda lokanta yerine cafe veya restaurant yazan bir yere girmemeye çalışıyorum. Turistik bir yörede ise, Türkçe’ mizin yanına (parantez içinde) diğer yabancı dillere tercümesi yazılmasını tercih ederim.
Ülkelerin birbiriyle ilişkilerinde bazı kendi çıkarları uğruna yaptırımları olmasına öyle alıştırıldık ki, doğal karşılar hale geldik. Şimdi yeniden kendi coğrafyamıza, tarihimize, dilimize, dinimize, insanımıza sahip çıkma zamanıdır. 
Ata’ mızın tarih dersi kitabı hazırladığını ve ölümü sonrası, uluslararası bir anlaşma ile, müfredattan kaldırıldığını izlediğim söyleşide öğendim ve bu ders kitabını merak ettim. Elbette farklı kaynaklar, farklı bilgilendirmeler yapabilir. Gerçekler er geç ortaya çıkacaktır yine de biz Türkçe’ mize sahip çıkalım.

20 Eylül 2015 Pazar

Yaşamdan bir kesit İstanbulluların bir çoğu; İstanbul´ u çok yaşayamadan yaşayıp gidiyorken, farklı şehir ve ülkelerden gelenler, daha fazla yer gezebiliyorlar. İstanbulgundemi.net yayın tarihi: 18.9.2015 23:24:02

İstanbulluların bir çoğu; İstanbul´ u çok yaşayamadan yaşayıp gidiyorken, farklı şehir ve ülkelerden gelenler, daha fazla yer gezebiliyorlar. Çoğunlukla sabahın köründe şehrin bir ucundan diğerine işe, okula yola çıkıyor,yoğun trafiğe, tıkış tıkış toplu taşıma araçlarında tanımadığı bir dolu yabancıyla dip dibe yolculuk ederken, kulağında müzik, elinde kitap varacağı noktaya dek zamanı değerlendirmeye çalışıyorken,araçlarıyla yolculuk edenleri kendilerine göre şanslı sanıyor. Düşünsenize aracınız olduğunda gerçekten şanslı mısınız? Park sorunu veya kaza, arıza yaşamasanız dahi, yol boyu dikkatinizi araç kullanmaya vermeniz gerektiğinden kitap okuyabilmeniz mümkün değil ve dur kalklarla, gaz fren derken bacaklarınızda ve oturmaktan omurlarınızda, direksiyon tutmaktan kollarınızda kronikleşen ağrılarınız oluşuyor. Özel şoförü olanlar bir nebze daha şanslı gibi görünse de, yol boyu telefon görüşmeleri, medya takibi, internet üzerinden iş kovalayış mecburiyetleri ile köprüden geçerken, boğazı izleme lüksleri pek yok gibi…
 
Apartman görevlileri, sabah ekmek/ gazete servisi, ardından bina temizliği, bahçe bakımı, öğle ekmek servisi, filanca dairenin acil ihtiyacı veya sorununu çözmek, akşam çöp toplamakla, arada yöneticinin direktiflerini yerine getirmekle akşamı ediyorlar. Trafik kaosu dışında yaşamlarını sürdürürken, kira dertleri yok, ancak 24 saat bina sakinleri yani işverenleriyle burun buruna yaşamak durumundalar. 
 
Gündeliğe giden kadınlar, her gün başka bir evi veya işyerini, baştan aşağı temizlemek için trafik keşmekeşinde yolculuk edenleri dönüş yolunda ellerinde poşetleri, yüzlerindeki yorgunluklarıyla tanırsınız, uyuyor taklidi yapmayan gençlerden biri, kalkıp yer verir de eve dönüşüne dek kadın bir nebze dinlenir.
 
İstanbul 24 saat yaşayan bir şehirdir. Çalışma saatleri vardiyalar ile değişken uyku saatlerine alışmak mümkün müdür, bir insandan nasıl bir performans beklenir? Vardiyalı çalışanlara örnek güvenlik görevlileri, hani şu avm´ler, siteler, plazalar, havaalanları girişlerinde saatlerce dikilip aracınızı, üzerinizde güvenliği tehdit edecek bir şey var mı diye aramakla sorumlu, aslında masum halkı ve mülkleri art niyetli kişilere karşı caydırıcı olması amaçlanarak oluşturulmuş sektörde çalışanlar, gece vardiyası sonrası şehrin gürültüsünde gündüz uyumayı nasıl başarır? Üstelik tek maaş geçinmeye yetmediğinden, 8 saat vardiya sonrası herhangi bir yan gelir için, ikinci bir iş yapanları da çokçadır.
 
Yollarda, kent içine girişi iş trafiği saatleri harici tutulan, hafriyat kamyonlarına yenilenen binaların artışı ile çok sık rastlar olduk. Onları kullanan sürücüleri, inşaatlardan alınan yıkıntıları şehir dışında bir yerlere boşaltıyorlar ve gün boyu inşaat tozu soluyorlar.
 
Eskiden iş trafiği sabah ve akşam saatleriyle sınırlıyken, gün ortası işe gidenler pek yokken, şimdi herkes değişik saatlerde iş için şehri turluyor.
 
Farklı okullarda, branş derslerine giren eğitmenler, bir gün içinde 2 veya 3 ayrı bölgede okula gitmek için sürekli yollardalar.
 
Okul ve iş yerlerine servislerini sabah ve akşam trafiği harici, gün ortasında farklı bir iş kolunda hizmet verirken görmeniz artık çok doğal.
 
Ev hanımları; ailelerine katkı olsun diye eskiden beri dantel, örgü örerek yan gelir edinirlerken, kapı kapı kozmetik ürün satanlarına, kermeslere veya ürün tanıtım ve promosyon dağıtımlarına katılanlarına çok sık rastlayabiliyoruz.
 
İki üniversite bitirmiş, eğitim aldığı alanda çalışamamış, mesleki kurslarla yeni iş imkanı arayışlarında olanlarla da karşılaşmak mümkün.
 
Herkes yollarda, her saat toplu taşıma araçları dolu, onları kullananlar da trafikle cebelleşirken, bir de taşıdıkları candan sorumlu. 
 
Fırınlar çeşit çeşit ürün yelpazeleriyle, normal ekmek dışında, sabah işe gidenlere sandviçten, kek, börek, pasta çeşitleriyle pastanelerle rekabet içindeler… 
 
Bu yaz sıcağında, işinden şikayet edenlerimiz bir fırın çalışanı olmak ister miydik? Bütün gün ayakta gelen giden müşterilere güler yüzle, hizmet veren garsonlardan olmayı başarabilir miydik? Her ne işle meşgulsek, başkasının işini küçümsemek veya daha iyi olduğunu sanarak imrenmeden önce, her insanın hayatının iyi ve kötü yanları bir arada barındırdığını, sorumluluğuna göre stresini arttırdığını hatırlayalım, kendi halimizdeki can sıkıcı yanlarını nasıl iyileştirebilmemiz mümkün olur ve aslında üzerinde düşünmediğimiz avantajlı yanlarına hamd etmeyi hatırlayalım.
 
Koskoca şehirde, çöp kamyonlarıyla, çöplerimizi toplayanları düşünürsek, bizleri çöp yığınında yaşamaktan kurtarırlarken, nasıl zor bir meslek grubunda olduklarını düşünmeden duramıyorum. Koku duyuları dumura mı uğramıştır? Çöp kamyonunun ardında ne yürümek isteriz ne de aracımızla arkasında kalmak, halbuki çöp konteynırlarını boşaltanlar, kamyonun ardında üniformaları, eldivenleri olsa da ağız ve burunlarını kapatan bir maskeleri olmaksızın saatlerle çalışmaktadırlar.
 
Biraz keyifli olduğunu düşündüğüm park ve bahçelerde çalışanlarımız, en azından toprakla uğraşmaktadırlar, çevreyi güzelleştirmekten bizlerin gezinirken aldığımız keyfi alırlar mı bilemiyorum, en azından toprakla uğraşıyor olmanın sağlıklı yanından yararlanabiliyorlar.
 
Her ne işle uğraşıyor olursak olalım, karşılaştığımız kişiler de hangi meslek dalından olurlarsa olsunlar, herkesin en az bizler kadar sorunlara sahip olduğunu hatırlayarak, saygı ve sevgi içinde davranmayı insanlığa borçluyuz. 
 
Koşturmacası içinde, hayata kızgın, kırgın olanlarımızın, anlık öfke patlamaları sıcaklarla artabiliyor. Farklı düşünceler ve davranışlar karşısında hoşgörümüzü yitirmektense, özellikle böyle anlarda hatırlayalım, hepimiz doğduk ve öleceğiz. Arada yaşamımız bazen derslerle, bazen tatlı tatsız anılarla dolacak. O halde diğerlerimizle hemfikir olmasak dahi, bir arada huzur içinde yaşayabilmeyi başarabiliriz. An be an sevgiyi, saygıyı, huzuru ve barışı arttırabilmeyi başarabildiğimiz günlerimiz olsun.
 

15 Eylül 2015 Salı

Biz Türkiyeliyiz! 14 Eylül 2015, ...http://www.boluolay.com/biz-turkiyeliyiz-makale,1856.html yayınlanan makalem

Merhaba demek istiyorum. Hepimiz için çok değerli bir sözcük. Farsça ‘benden size zarar gelmez’ anlamı taşıdığından, dilimize yerleşmiş anlamlı bir söz.
Mesleki eğitimlerim bütüncül destek terapi metodları üzerinedir. Yurdumuzda sıkça nesilden nesile aktarılan bilgilerine ek, bir takım değişik coğrafi bölgelerin şifa sistemlerinden bir derleme ve hekim önerileriyle ve kişilerin sağlıklarını koruma üzerine uygulamalar ki, bizler aslında pek sağlığımız önemsemeyen, bana bir şey olmazcı bir yapıya sahibizdir de makine teklemeye başlayınca da, kimden ne duyarsak denemeye meraklıyızdır, o arada doktora da gideriz, artık fark ettiyseniz, eski sistem yok, bakkaldan ekmek alırcasına, kafamıza göre eczaneden ilaç alamıyoruz. İlaç sektörünü baltalayan bu uygulama, bizlerin gerçekten ilaca ihtiyacımız olup kullanacağımız gün, o ilaçlardan gerçekten faydalanmamız adına güzel bir önlem. İnsanlar sağlıklı, dengeli beslendiğinde, nefes almaya ve su içimine özen gösterdiğinde, biraz düzenli sadece yürüyüş dahi yapsa, endişeler, korkular yerine içsel ve çevresel huzurunu besleyen tutumlar içinde olsa, nezle dahi olmadan yaşlanabiliyorlar.
Elbette ülkemizde ve dünyada yaşanan tatsız olaylara duyarsız kalabilmemiz mümkün olmadığından, bizler de evlerde televizyon, araçlarda radyo, iş yerlerinde, yollarda internet üzerinden sürekli bir haber takip etme alışkanlığı geliştirdiğimiz fark ettiğimde ve her şiddet olaylarından etkilenmemin akabinde bağışıklık sistemimin zayıfladığını fark ettiğimde kendimce bir takım önlemler almıştım. Önce gazete okumayı, sonra televizyon izlemeyi bırakmıştım. Hayat duymak ve görmek istemediklerini, mutlak duyurur ve gösterirmiş.
Nereye gitsem ülkenin durumu, o gün kaç şehit verdiğimiz, devletin ve hükümetin hali konuşuluyor. Etkilenmemek ve kendini soyutlayabilmek mümkün değil, en iyisi önlem almak diyerek, grip aşısı oldum. Kendim için bir şey yapamıyorsam, nasıl başkaları için bir şey yapabilirim ki? Tabii tereddütlerim var gerçekten faydalı bir şey mi yaptım? Doğal destek terapiler üzerine onca öğrendiğimden sonra, sağlıklı halimin devamı için gerçekten şart mıydı? Ne kadar öğrenirsek, o denli bir şey bilmediğimizin farkına varıyoruz. O nedenle konusunda uzmanlaşmış kişilere güvenmeyi seçmeliyiz. Bu bence iç yüzünü bilemediğimiz her konuda uygulamamız gereken bir yöntem. Her konu bir buzul gibidir biz yüzeyini görebilirken, altında çok daha devasa bir bilinmezlik barındırır.
Bugün bir emlakçi bey hanımının, fizyoterapi görürken, rahatsızlandığını ve hastaneye götürdüklerinde, fizik tedavinin bağırsak sistemini harekete geçirdiğinden rahatsızlandığını anlattı. O sırada yanımızda bulunan hemşire ve doktor eşiyle aynı anda söze başladık; ‘Tedaviniz esnasında lütfen uzmanınıza güvenin, ilk ağız ağrısı da denilen, sistemin alışageldiği hale, yapılan uyarıya tepki vermesi doğaldır. Sabır gösterdiğinizde artan sorunların, dipte tortulanan rahatsızlığın iyileşme sürecindeki hareketlenmesinden kaynaklandığını bizzat deneyimleyeceksiniz.’ Elbette herkes iyileşirken başka bir rahatsızlık yaşamadan, ilacımı içeyim hayatımda hiçbir şeyi değiştirmeyeyim, ilaç ta bedenimde tepkime oluşturmadan beni hoop iyileştirsin ister. Ancak siz uzun zaman bedenin imdat çığlıklarını duymazdan geldiğiniz gibi, gelinen noktadan geri dönüş sürecinizde de aynısını yapabilirsiniz.
İşte 40 seneye yakındır, toplumun iyileştirmek için el ele vermediği, her sorun da tıpkı bedenimizde büyümesine göz yumduğumuz hastalıklar gibidir. Hastalıklar, tedavi esnasında nasıl ki iyileşmeye yüz tuttuğunda, bedende farklı oluşumlar baş gösterir aynısı toplum içindeki sıkıntıların giderilmesi sürecinde de yaşanıyor, lütfen hangi siyasi görüşte olursak olalım, bizler vatanımızı gerçekten seven insanlarız. Ata’mızın sözündeki gibi; Tüm o farklı hesaplardaki dış mihrakların oyunlarına rağmen, bir olmayı başarabilir ve vatanımıza barışı, ırk, dil, din ayrımı olmaksızın bir arada huzur içinde yaşayabiliriz.
Geçende Cuma namazı saatinde, Sirkeci’ deydim, hava sıcak biraz dinleneyim istedim. Kalabalığın arasında yer bulup oturdum. Gelen geçeni, çevremi izlemeye koyuldum. O kalabalık öyle rengarenk, kimse kimin ne giydiğiyle ne yediğiyle ilgilenmiyor herkes kendi yolunda, Camii’ den hocanın sesi nasıl ahenkli ve huzur vericiydi, kim bilir belki siz de buna benzer bir hisse kapıldınız. Sonra cemaat dağıldı, herkes işine gücüne ve yine o toplum kalabalığında haberler, yaşanan acılar, kayıplar, akşamına bazıları belki bir kahve önünde barış üzerine toplantılar yaptı. Hatta galeyana gelip belki de şehit olan evlatları vuran ellere sövdü…
Ne yana dönseniz bizim evlatlarımız, hani nerelisin deyince Türkiyeliyim diyen sesler duymaya hasretim. Lütfen Hangi şehirde doğmuş olursak olalım, hangi şehirde yaşıyor olursak olalım, hani bu vatan öyle kolay kurulmadı hatırlayalım ve lütfen artık hep bir ağızdan Türkiyeli olalım.
Bu vatan uğruna canlarını verenleri, bizler barış içinde yaşayabilelim diye şehit vermedik mi? Bayram daha bir acıdır yokluğuna alışılamayanların ardından yine de Kurban bayramı’ na girerken, devleti yönetenleriyle, tatile gidenleriyle, bayram seyran demeden ekmek peşinde olanlarıyla tüm ülkem, Ankaralı, İstanbullu, Adanalı, Kayserili, Bolulu, Eskişehirli, Adıyamanlı, Tuncelili, Trabzonlu, Edirneli, Çanakkaleli ve daha satırlar alacak nice şehirlerimiz hep birlikte biz Türkiyeli’ yiz. Tüm Türkiye’mize, barış ve huzur dolu nice bayramlar nasip olmasını diliyorum.

29 Ağustos 2015 Cumartesi

http://www.boluolay.com/biriktirecegimiz-sevgi-olsun-makale,1804.html

. Kimilerimiz çocuklarını evlendirmiş veya birlikte yaşadığı eşlerini, ebeveynlerini yitirmiş, koskoca evde duvarlar arasına kâh televizyon kâh bilgisayar başında, yeni bir adım atmalara ürkerek, eskilerin keşkeleri arasında gel gitlerle vaktinin dolmasını beklerken bir anda hani ufacık bir satır arasında, hala yaşıyorken niçin eskileri düşünmekle oyalanacağıma yeni bir şeyler katmayayım hayatıma der… İyi ki de der!.
Dolabını açar, hatıralarla dolu giysiler, filancanın düğününden tekrar gerekirse diye duran bir takım, kaç yıldır öyle asılı duruyordur… Üzerine olma ihtimali dahi kalmamışken, bir gün içine girerim ümidiyle biriktirdiklerini, tek tek eleme cesareti gösterip, poşetleri doldurur. Biri kızının hediyesi, diğeri oğlunun, bunu da rengini sevip almıştım da modeli yakışmadıydı derken, dolap boşaldıkça içindeki hafiflemeyi hisseder.Sonra bunları kim giyer ziyan olmasın diye geri dolaba yerleştirme hissiyle bir mücadele ve nihayetinde karar vermiştir. Hayır kurumlarına götürüp vermeyi bir an için aklından geçirse de son anda vazgeçer ve çöpün yanına bırakır. Bir daha evet bir daha biriktirmeyecek gerektiği kadarıyla yetineceğine dair kendine belki de tutamayacağı bir söz verir.  Sonra fark eder, kendine öyle çok tutamadığı söz verip kendine ihanet etmiştir ki, artık söz de vermek istemediğini fark eder, hepsinden muaf ve olabildiğince özgür bırakıyorum kendimi derken verdiği nefesle içinin nasıl da huzur dolduğuna şaşar.
Kendine bir kahve yapıp salona geçer, koltuğuna oturacakken gözü vitrine takılır… Ne çok ıvır zıvır var. Bakmazken dahi insanı yoruyor diye geçirir içinden ve kahve fincanını bırakıp vitrindeki biblolara uzanır, bazısını kendi hoşuna giderek almış, bazıları da ondan bundan hediye gelmiş diye hoşlanmasa da doldurmuştur vitrinini…. Kahvesinin soğumasına aldırmadan, tek tek boşaltmaya başlar,çocukluğundan kalma kurşun askerler bile vitrindedir,anneannesinden kalan kulağı kırıldığında birlikte yapıştırdıklarını anımsar, anneannesi ölmüş ama tavşan hala duruyordur, buruk bir gülümseme ile onları da vitrinden çıkartır. Parkta çocukların böyle ufak tefek biblolar satıp harçlık kazanmaya çalıştıklarını hatırlar ve itinayla bir kutuya yerleştirmeye başlar, en iyisi o çocuklara götürmek der, diğer ıvır zıvırları da… Kutuyu kucakladığı gibi soluğu parkta alır…Çocuklar yoktur..Doğru ya ne kadar geç olduğunu fark edememiştir… Çocuklar çoktan evlerine dönmüşler, mışıl mışıl uyuyorlardır diye kendi kendine konuşurken, kendi sesiyle irkilir… Ne çok zamandır kimseyle konuşmadığını fark eder… Ne zaman bu denli yalnızlaştırmıştır anımsayamaz…. Sahte kalabalıklardansa samimi yalnızlığını yeğlemesi, toprağı nadasa bırakmak gibidir. Şimdi içsel samimiyetinin dışarı yansımalarını deneyimlemeye hazırdır. Parkta çocukların ertesi gün geldiklerinde bulacakları şekilde bırakır üstüne satıcı çocuklara yazar, böylesi daha bir içine siner…
Eve girince, aklına ölen kedisinin mama ve su kabının bile hala durduğu gelir, derken aklına peş peşe üşüşen benzeri düşüncelerle, sabah dek, evdeki lüzumsuz kalabalığı ayıklamayı sürdürür. Kapının önünde bir yığın oluşmuştur. Müthiş keyiflidir… En azından öldüğünde, ardından evi boşaltırken çocukları çöp eve döndürmüş biriktire biriktire diyemeyeceklerdir. Onlar için değerli olanları zaten taşınırlarken yanlarında götürmüşlerdi…  Sabaha karşı duşunu alır ve uyuyakalır…. Hayata dair biriktirdiklerini iade etmenin huzuruyla son uykusuna dalmıştır.
Bilmem kaçımız böyle gözümüz arkada kalmadan iç ferahlığıyla son uykumuza dalabileceğiz? Hep ya bir yerlerde kırdıklarımızın ağırlığı, ya biriktirdiklerimizin yorgunluğu ile, iç hesaplaşmalardan arınma fırsatı bulamadan gözümüz açık uğurlanacağız…
Şimdi sizlerden ricam, geçmişten bu yana her kim veya nelerle helalleşemediyseniz lütfen hemen yapın, üzerinizdeki bir sonraki güne ertelemeleri şu andan itibaren, son gününüzmüş gibi gerçekleştirmeye bakın. Sevdiklerinize sarılın, iyi ki seni tanımışım, seni seviyorum deyin, olur da yarın bu şansınız olmayabilir. Gurur yapmayın, ben büyüğüm, ben haklıyım demeyin. Büyükseniz büyüklüğünüzü hoşgörü ve sevginizle yoğurun, haklıysanız herkesin aynı hissedemeyeceği ve düşünemeyeceğini üstelik sizin de haksız bulunduğunuz durumlarda nasıl hissettiğinizi hatırlayın. Siz size yapıldığını varsaydıklarınızdan hoşnut olmadıysanız başkalarını hoşnut edenlerden olun ki hayata gözlerinizi kapatırken hoşnut gidin. Biriktireceğiniz de, sadece sevgi olsun ki sevgiyle uğurlanın.

http://www.istanbulgundemi.net/kose-yazilari/hayatinizi-yeniden-yasama-sansiniz-olsa-neleri-degistirmek-isterdiniz--25.html

Hayatınızı yeniden yaşama şansınız olsa neleri değiştirmek isterdiniz? Ailenizi? Eğitiminizi? Kariyerinizi? Hayata bakış açınızı? 
 
Hayatımızı yönlendirirken etken olan akrabalarımız, sıra arkadaşlarımız, komşularımızdan kaçı hala çevremizde? Bizler yaşlanırken, ömrümüzden kimler geldi geçti? Kimleri yaşam filmimizde başoyunculuğa yerleştirdik? Nasıl hayal kırıklıklarıyla piştik? Neler öğrendik? Hayatınızın esas başrol oyuncusu sadece sizsinizdir. Diğer herkes evet tartışmasız herkes, sadece figüranlardır ve her zaman yerleri doldurulabilir. Tek yeri doldurulamayacak kendinizsinizdir.
 
Yetiştirdiğiniz evlatlarla ilgili hayalleriniz boş mu çıktı? Ne gibi beklentilere girdiniz, nasıl bir sahiplenme hissettiniz? Bilmez misiniz ki, bir noktadan sonra kendimizin dahi sahibi değiliz; o halde eğitim, kariyer, mal mülk hatta gelenek görenek diye tutunduklarımızla endişelerimiz yersiz değil midir? Bir an olup bir sonraki an taşımayacağımız canın telaşı neye ve niyedir? 
 
‘Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıp yarın ölecekmiş gibi ibadet edin´ sözü size her şeyi doğru ve yanlış, olması ve olmaması gerekenler çırpınışlarına mı sürükledi? 
 
Kırılan kalplerin hesabı kimden sorulur? Daha kimleri suçlayarak, kimlere kızarak ömür geçirmeyi düşünüyorsunuz? İçten içe kendinize artık hayatınızda köklü değişiklikler yapma ihtiyacı hala doğmadı mı? Elbette ne denli çırpınsanız boğulacağınız bir avuç su misali, kabulleniş güzeldir. Bu olandaki hayrı sevmektir. Olanı Yaradan´dan ötürü olduğu gibi kabullenmektir. 
 
Bir liste yapmaya ne dersiniz? Bir yana; çevremizde bize rağmen değiştiremeyip hayıflandıklarımız, diğer yana ise kendimizle ilgili değiştirmeye cesaret edemeyip anlamsız mazeretlerle oyalanmalarımız…
 
Kendimizi değiştiremedikçe, çevremizin değişimlerini eleştirmeyi sürdürebilir ve koskoca ömrü böyle tüketebiliriz.
 
Kendimizi dışarıdan biri gibi gözlemleyerek, hangi yanlarımızı düzenleyebilir, yenileyebilir, kendimizi nasıl zenginleştirebilirize odaklandıkça, dış dünya, yakın çevre de bizim gelişim sürecimizle birlikte, kendini yeniden yapılandırmaya sokacaktır. Elbette bir anda olması beklenemez, her an kendimizle ilgili yeni keşifler ve yeni düzenlemelere gireceğimizden, çevremiz de bizimle birlikte an be an değişimde olacaktır.
 
Yeniden, farklıdan ürkmeyi bırakarak aslında çok eskilerin yapıp başarageldiği reformları bizler de başarabiliriz. Hem içsel, kültürel zenginleşme, bizi toplumsal bozulmalardan da arındıracaktır, hem de bireysel mutluluğu yakaladıkça toplumsal huzuru da kazanacağızdır. Sevgi ile atılan her adım, söylenilen her söz en ideal sonuca ermemizi sağlar.
 

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Adabeach


İstanbul’umuzun gözbebeklerinden, güzelim Prens Adalarımızdan Heybeli’de, ücretsiz motor seferiyle veya dilerseniz biraz pahalıya gelse de, faytona binerek gidebileceğiniz nezih sayılan plajlardan biri.
4 yazdır, arada diğer ada plajlarını da gezsem, Adabeach şezlong,  şemsiye, personel hizmeti, işletmenin titizliği ile tercihim olmuştu.
Bir yer hakkında yapıcı veya yıkıcı eleştiriler yapmaktansa artı ve eksi yönlerini terazinin kefelerine koyar ve gerileme veya gelişmeleri gözlemleyerek yorum yapmayı yeğlerim.
Koşullar gereği sadece yaz sezonunda hizmet veren plajlar, her yörede benim gibi  ayrıntılara dikkat edenlerce nasıl görülüyor?
3 tarafı deniz kaplı ülkemizde, kimi günü kurtarmalık kimi de gerçekten nitelikli hizmet anlayışına sahip işletilen plajlar dolu..
Her gittiğim plajda aradığım özellikleri bulamıyor ve işletme sahiplerinden, bu ve benzeri talepleri gerçekleştirmemelerindeki sebepleri sorguluyorum…
Adabeach’in en önemli özelliği, tek gelen beyleri kabul etmeyişi, böylece bayanların huzursuz edilmesiyle çıkabilecek sorunları baştan engelliyorlar.
Motora bindiğinizde, plaja giriş ücreti toplanılır, iskelede indiğinizde, ücretinizi ödediğinizde verilen fişleri görevliye teslim eder ve dilediğiniz şezlonglara yerleşirsiniz.
Şezlonglarda minderler vardır, bu yaz yastıklı minderler eklemişler. Daha bir konforlu ve şık olmuş.
Koyda, ağ gererek sahile yosun, deniz anası girmesini engelleyerek, müşterilerin rahat yüzmelerini sağlamışlar… Tabii o ağ koya demir atan teknelerce arada yırtılınca kaldırıyorlar. Bilemiyorum ağ koymaları balıkların ağa takılmasına sebep olmuyor mu? İnsanoğlu konforu için diğer canlıları pek düşünmez…
İçeri girerken ödediğimiz ücret dışında, yanınızda yiyecek götürmemeniz rica olunur ancak siz yine de çaktırmadan götürebilirsiniz, piknik sepetlerinden börekler çıkarıp yiyenlere rastladım. İçecekler normal kafeteryalardan çok da farklı değil ancak yiyecekler fiyata göre kalitesini bu yaz bozmuş.
Bir hatayla eleştirmem ancak hatalar 3’ü geçmişse, o zaman işletme sahibine durumu yazılı veya sözlü bildirme gereğine inanırım. Medya paylaşımını ise sonrasına bırakırım.
Tuz isteyip bitti cevabı almak, hesap açın toptan ödeyeyim dediğinizde hesap açmıyoruz denmesi ve 4 senedir açtırıyorum, her yerde açılır diye personelle tartışıp sonrasında açılmasını geçiyorum, yeni personel bir de hesabı ödemeden kaçabilir diye tedirgin olmaları tekne olmadan arka kapıdan kaçıp gidebileceğimizi mi düşünürler bilinmez …
İnternet bağlantısında sorun var nakit ödeyin deyip sizin tavrınıza göre aa modem kapalıymış pardon diye cevap almanız... Müessese kart ödemesini nakite dönmesindense , sıcak para tercih edebilir…
Buz istediğinizde, yok balık restaurant’tan kendiniz isteseniz demeleri… Sonra nasıl buz olmaz diye söylenip buzun getirilişi…
Lavabolarda tuvalet kağıdı bulamayışınız ve eskiden vardı diye söylediğinizde aa koymamışlar mı denmesi ve yine koyulmayışı…
Patates kızartması istediğinizde 40 dakika sonra hala nerede siparişimi unuttunuz mu diye sorduğunuzda fritözün arızalı olduğunu ve elde kızarttıkları için geciktiğini öğrenmeniz…
Aynı personelin sabah 9 akşam 6 sürekli güneşin altında, müşterilere yetişmeye çalışması…
Su borusunun patlaması, kadınlar kabin kısmının yerlerini su basması ve işletme sorumlusu olduğu söylenilen zat’ın, masasında misafirleriyle muhabbette, duruma hakim olmaktan uzak sabahtan akşama oturuşu…
Plastik çatalla yemek istemediğinizi belirttiğinizde, garsonun mutfaktan metal çatal getirebilmesinin güçlüğü…
Bu kadar yazacak ne var, bir dahakine başkasına gidersin olur biter anlayışında değilim. Aralarında canla başla çalışan gerçekten iyi niyetli personel gençler var… Lise ve üniversite öğrencileri ve kendilerine, ailelerine destek amaçlı, siz deniz ve güneş keyfi sürmek için ordayken size hizmet için çırpınıyorlar… Hatta sanki müessese onlarınmışçasına çalışıyorlar…
Tüm işletme sorumlularından, ricalarım lütfen fazla kâr edip, az ücrete az insan çalıştıralım demeyin. Öncelikle güneş altında çalışanların sanırım shift denen bir çalışma sistemi var, çift vardiya çalıştırılmaları gerekir. Ayrıca kasa yanında bahşiş kutusu yok, bahşiş kutusu, bahşiş ödemeyi akıl edemeyenlere hatırlatmak için iyi bir şeydir.
Geçen yaz, mayo satan ufak bir açık mağaza vardı, bu yaz dövme yapan biri var… İlk yardım veya revir hiçbir plajda görmedim… Bu tür işletmelerin mevzuatını neye göre düzenlendiklerini , kontrolleri de neye göre yapılıyor bilemiyorum…
Amacım işletmeyi karalamak olarak anlaşılmasın. İyileştirilebilmesi mümkün olan, ve girişe 30 TL içerde de otalama kişi başı bir o kadar ödediğiniz bir yerde biraz özen istiyorum…
Mutfak çalışanlarını denetlemek kolaydır, iki gündür bekleyen bayılmış yeşilliği garnitür olarak 20 tl ödediğim köfte tabağında görmeyi kendime hakaret olarak görüyorum. Veya oğlumun istediği sucuk ekmekte ki sucukların dış zarının ayıklanmadan doğranması gibi baştan savma hizmete göz yumayacağım kaldı ki yanımda misafirlerim vardı, bir kısmımıza gelen patates kızartması baharatlı diğerleri değildi..Bir kısmımızda patates fazlayken diğerlerinde azdı…Bunlar kontrolü basit ayrıntılar…Hardal isteyince yok denilmesini yazsam kapris yapma o da olmasın diyebilirsiniz.
Ancak şikayetlerimi tane tane ilettiğim Yakup isimli şahıs,bize bilmem kaç ülkede bulunduğundan hizmet sektöründe çalışan bulmanın zorluğundan söz etti… Çözüm basittir, bu sektörde çalışan tanıdıklarımın gözlerinin nasıl keskin olduğunu, hangi masada ne yaşanıyor,personelin tavrı, siparişin zamanında çıkmayışında mutfaktaki sorunun kaynağı, anında yedek eleman nasıl  anında destek veririne dek ön hazırlıkları vardır…
Bunun dışında tek giden bir müşteri için, Kemer halk Plajında dahi , bundan yıllar önce şemsiye altına, kilitli kasa koymuşlardı,kişi denize girerken anahtarı lastiğinden bileğine geçirerek, cüzdanıma bişi oldu mu endişesi taşımadan rahatça yüzebiliyordu.
Üstelik tost istediğinizde, tostun yanına 2 zeytin,2 dilim domates,salatalık söğüş koyarak önce göze hitap ediyorlardı ve ödediğiniz rakam sunum dolayısıyla içinize oturmuyordu.
Neskafe istediğinizde sütlü mü süttozuyla mı diye seçeneğiniz sorulması dahi insana önem verilişine işarettir.
Elemanlar sezonluk olabilir, her sene yeni eleman sıkıntısı olabilir, müessese sorunlarını, müşterilere sezdirmeden yaşar. İşletme sorumlusu kendi duruşu ile, elemanlarına nitelik kazandırır.
Adabeach’deki işletme sorumluları ve sahiplerini tek tek tanıyıp eleştiriyor değilim. Aralarındaki sorunları bilemem, Dj değişmiş bunlar müşteri olarak gittiğim bir yerde detaydır. Dikkatimi sadece iyileşen ve bozulanlar çeker.
Sadece tansiyon veya şeker sorunu olan birinin bu gibi yerlere hazırlıklı gitmesinde yarar var..
Bu arada işletme sorumlusu Yakup isimli şahısa, misafirlerimin keyfi kaçtı en azından gönüllerini alacak ufak bir jest yapmanızda fayda var dediğim halde, bir çay ikramında dahi bulunmayışı, dönüşümüzde de yine gelin ama  hatta % 50 indirim de yaparız demesi oldukça ilginçti..
Bir daha gider miyim ? Belki eleştirileri masaya yatırıp iyileştirmeler yapılmış mıdır merakıyla ve hafızamdaki olumsuz anı kaybolursa deneyebilirim. İstanbul’da seçenek az değil, adalarda diğer plajlar da aynı giriş ücretinde olduğundan daha iyi hizmet veren daha fazla insan çeker.
Diğer plajlara da, zaman oldukça giderek, gözlemlerimi  tekrar sizlerle paylaşmaya niyet ettim.






18 Temmuz 2015 Cumartesi

bayram üzerine ..istanbulgündemi.net..18.7.2015 tarihli yazım

Bayramlar kimilerimize, bir tatilden öte bazen, yaşayanlarımızı bazen de , geçmişte bırakamadıklarımızı ziyaret fırsatı veren burukluk barındırır… 
 
Güzel İstanbul´umuz gün geçtikçe büyüyor. Yitirdiklerimize, şehrin başka başka yerlerinde mezarlıklar var… Bayram öncesi ve bayram sabahlarımızda mezarlık ziyareti adetlerimizdendir.
 
Bu sene 3 ayrı güne böldük ziyaretlerimizi, çünkü aynı gün içinde şehrin farklı bölgelerindeki mezarlıklara yetişebilmemiz mümkün değildi. Bizler orta yaşı kimilerimiz daha fazla sağlık sorunlarıyla aşmış, kimimiz erkenden evlatlarını toprağa vermiş ve ziyaret sırasında dahi, fenalaşarak ani bir rahatsızlık geçirme olasılığı olan kişilerden oluştuğumuz gerçeğini göz ardı ederek canımızı dişimize takarak, belki de vicdanımızı rahatlatmak belki de koyu bir özlem içinde, çoğunun ne işi var bu yaşta mezarlık ziyaretine gelecek zaten yakında kendi toprağa girecek diyecekleri nice acılarla sırtı kamburlaşmış babalar, gözü yaşlı analar, özlem dolu sevdalılar doludur mezarlıklar… Toprağını sulamak, taşını yıkamak , başında dua okumak vazifesini yapmış hissettirir..İnancımıza göre dua okumak için mezar başına gitmek gerekmese de, belki de bizleri manevi yakınlık hissetme hissi çekmektedir…
 
Dikkatimi çeken mezarlıklar müdürlüğü gerçekten yoğun çalışıyor… İnsanın canı neredeyse, oraya ait farkındalık geliştirmekte… Bir dönem kimilerimiz ambulans sesleriyle irkilir ve kendimizi çaresiz hissederiz… İşte hayat esas çehresini mezarlıklarda gösteriyor… Sık sık ziyarete gidilenlerin mezarları daha temiz ve bakımlıyken, gidemeyenlerin ki çalı ve dikenlerle örtülü… Canı acıyor insanın, unutulmuşluk hissiyle ve daha da zoru belki unutulmamış ancak koşulları sebebiyle gidemeyenleri düşünmek… Bugün Hekimbaşı´na gittik… Ödediğiniz rakama göre daha kolay erişilebilir olma ihtimaliniz bütçeniz sınırlıysa, sizi aralarda kalmış erişilmesi gençler için dahi zor kayan toprak parçaları ve yokuş bekliyor… Belki bu konuda da ileri dönük aralara taş döşeyerek ziyaretçilerin kolay dolaşabilirliğine imkan sağlanacaktır. Beş senede, her gidişimizde öyle bir artış var ki, bu yoğunlukta elbette müdürlüğün çalışmalarını takdir etmemek mümkün değil.
 
Mümkünse bu mezarlıkların arasına patika taşları döşensin ki, yaşlılarımız evlatlarını ziyaret ederken dur durak bilmiyor bir yanlarını düşüp kırmadan arzularını gerçekleştirebilsinler.
 
Sonra sıra, hayatta olup ta nadiren gidebildiklerimiz hatta gitmekten kaçındıklarımıza gelir, sanki yaşlıları ziyaret etmek bizleri de yaşlandıracaktır hayatı güle oynaya yaşamak varken sıkıcı ihtiyarlarla zaman öldürmek gençlerin pek te isteyeceği bir şey olmasa da, kendi büyükanne ve babaları harici, konu komşu hısım akraba ziyaret alışkanlıklarını kazandırmak yine biz büyüklerin tavırlarında gizli…
 
Çocuklarımızı sık sık avm lerde, eğlenebilecekleri yerlerde gezdirirken iyi anne baba olduğumuz hissiyle kendimizi kandırmak yerine, ileri yönelik sorunlu değil de sorumlu bir nesil olmaları için hayatın gerçeklerine yol almalarını nasıl sağlayabiliriz?
 
Niçin bir huzurevi gibi bir yerde hiç tanımadığınız birilerini ziyarete götürerek, belki bir kitap okuması için belki sadece orada olanları sevindirmek için sadece, elinden tutmayalım çocuklarımızın? Haydi bugün farklı bir şey yapalım ve hiç tanımadıklarımızın bayramlarını kutlayalım, hatta bayram bitse de geçmiş bayramınız kutlu olsun diyerek selamlaşalım insanlarla, tanımadıklarımıza kapı tutalım, poşetlerini taşıyalım, karşıdan karşıya geçerken destek olalım. Haydi bu bayram ve sonrası biraz daha az kendimiz için biraz daha fazla başkaları için bir şeyler yapalım.
 

10 Temmuz 2015 Cuma

Keşkeler yerine iyikiler dolu bir ömrünüz olsun.

Yakınlarda hiçbir yaşlıyı, bir hastayı ziyaret ettiniz mi? Ziyaret ettiğiniz kişi, hiç olmamış babanız mıydı? Veya büyük anneniz? Hiç tanımadığınız ölen birinin ardından, en canınızı yitirmişsiniz gibi ağladığınız oldu mu? Onca yaş almışlığınıza rağmen, başı okşanmaya muhtaç bir çocuk hala içinizde yaşıyor mu?
İnsanlar istenilen bir doğumsa, doğana sevinir, ekonomik gücüne göre, bebeği ve lohusa anneyi kutlamaya gelenlerle, karşılıklı armağanlar verilmesi adeti bile vardır.
İnsanlar ölene üzülür, ölen yaşına, sağlık durumundan dolayı çektiği ıstıraba rağmen yine de yitirilmişlikle ardında kalanlar, kolunu bacağını kaybetmiş gibi eksiklik hissinde kaybolurlar.
Doğana sevinebilen ve ölene üzülebilen olamayan bir grup insan vardır, doğum da ölüm de Allah’ın emri derler ve susarlar. Bizler belli bir sebeple birbirimizin hayatına değeriz. Rastgelelik söz konusu değildir.
Yeni tanıştığımız bazı kişileri, evvel ezel tanır bilir hissi kaplar içimizi… Çoğunlukla uzun süreli ahbaplıklarımıza bakarsak, aslında bambaşka fikirlerin insanları olmamıza rağmen, birbirimizi olduğumuz gibi sevip, onayladığımızı fark ederiz.
Çevremizde tahammül edemediğimiz ve yine de bir arada olmamız gerekenlerle kendimizi uzaktan gözlemlersek de aksine, sevip sevmememizle ilintisiz sadece onaylamadığımızı fark edebiliriz. Kendimizde onaylamadıklarımızın yansımaları da olabilirler.
Çevrenizdekileri gönül gözüyle mi zihninizle mi seçersiniz? Yoksa öylesine mi hayatınıza girdikleri fikrindesiniz?
Sevip sevmediğimiz, onaylayıp onaylamadığımıza bakmaksızın, her karşımıza çıkanla ya öğreneceğimiz bir ders, ya varacağımız bir yol vardır.
Ve o yol bir gün biter. O yoldaşlık biter. Paylaşımlar, yarım kalmış cümleler, bilahare yapılması artık söz konusu dahi olamayacakların ağırlığı üstümüze çöker.
Hani birine seni seviyorum demeyi düşünüyorsanız, o an bu andır. Birinin gönlünü alacaksanız, elini öpecekseniz, birinden özür dileyecekseniz, şimdi yapın. Sonra… Sonramız olmazsa… İçimizde ukde kalırsa…
Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış yarın ölecekmiş gibi dua et derler. Evet çalışmak, bir işe yaramak hissi ve geçim için, dua da olana şükür ve ruhumuz için gerekense, canımız dediklerimize sevgimizi göstermemiz, sıkıca sarılmamız, iyi ki hayatıma girdin diyebilmemiz de, şimdimiz düne dönerken keşkelerde kalmamamızı sağlar.

Keşkeler yerine iyikiler dolu bir ömrünüz olsun.

9 Temmuz 2015 Perşembe

Kimiz? Nasılız? Kime ve neye göre? istanbulgündemi.net/10.07.2015 tarihli yazım

Nasıl olmak istersiniz? Hayatınızı zihninizde şekillendirin, kendinizi yabancı biri gibi gözlemleyin. Eğitim durumunuz mu? Bedensel yapınız mı? Mevkii sahibi olmanız mı? Ailevi değerleriniz mi? Hayatta en çok istediklerinizle imtihan edileceksiniz.
Sizin için önemli olan nedir? Diğerlerinin gözünde mi yoksa kendiniz için değerli olmak mı? Kendiniz için doğru olduğunu hissettiklerinizi başardığınız oranda diğerlerinden takdir mi bekliyorsunuz? Elbette sizi alkışlayacaklar da tersine ağır eleştirilere tutacaklar da olacaktır. Onaylanma ihtiyacınızı kendi içinizde giderin. Başkalarının kopyala yapıştırı olmadığınızdan emin olun ve inandığınız yolda yaşamayı sürdürün ki, kendi izimdeyim diyebilin. 
Size bir dolu gölge oyunu ile oyalama taktiğiyle geleceklerde molalar verseniz de yolunuzda ilerlemeyi bir şekilde sürdüreceğinizi bilin kafi. Ne denli oyalanacağınız da sizin insiyatifinizdedir.
Başkaları, ebeveynler, akrabalar, yakın arkadaş veya dost sandıklarınız nasıl yorumlarlarsa, sadece kendi pencerelerinden görebilirler. Her ne kadar sizi anladıklarını söyleseler de, bu sadece sizin kendi bildikleri gibi davranmanız için oyundan ibarettir. Sonunda işte benim dediğim gibi yaptı diye açıkça değilse bile, gizliden gizliye böbürlenen egoları vardır. Sizde yok mu? Evliya mısınız? Derviş mi? Bir eski püskü, delik deşik hırkayla ömrünüzü geçirebilir misiniz? Birileri için değilse de kendi egonuz için daha mevkii sahibi veya ekonomik ferahlıkta olmak istemeyeniniz var mı? Bana değil lütfen kendinize dürüst olun.
Etrafınızda amaaan bu da hiçbir şey başaramıyor denilen biri olmaya katlanabilir misiniz? Bir parça ekmek için el açmaya? Kimileri gerçekten muhtaçlıkla el açarken kimileri bizlerin vicdani saflığından kazanır. Sokaktaki dilenciler görünen halleri de bunu en takım kravat veya en şık marka giysiler takıp takıştırmış şahısların da tatlı tatlı yaptığını inkar edebilir misiniz? Veya siz kendinizi bir iş görüşmesinde, en iyi şekilde göstermek adına, daha yüksek kazanç uğruna yapmıyor musunuz?
En kocaman gülümseyişinizle sıcak, samimi görünme gayretinde üstünüzle selamlaşırken, tokalaşırken kendi pazarlamanızı yapmadığınıza emin siniz? Arada yüzünüzdeki maskeleri, makyaj tazeler gibi duruma göre yenilemiyor musunuz? 
En rahat hissettiğiniz anlarda yüzünüzde, gözlerinizde ışıltı devam ediyor mu? Karşınıza bir ayna alın ve değişik tuh hallerinizde kendinize bakın, ne çok sıfatı bir arada barındırdığınıza dikkat edin. Sonra lütfen karşınızdakiler hakkında ahkam kesmeyi bırakın, işte onlar da sizin gibi birer insan ve durumlarına göre kâh dünyanın yükü omuzlarında kâh çocuklar gibi şen…
Kimiz? Nasılız? Kime ve neye göre? Benzeri sorularla kendimizi irdelememiz doğaldır.  Zihnimiz, huzursuzluk veren yanıtlar veriyorsa, bu yanıtların özümüzden mi yoksa yıllarca çevremiz tarafından yapılan kodlamalardan mı kaynaklandığının farkındalığında, tamamen tarafsız bir gözlemci kıvamında keşfetmeniz için, kendinize izin verin. Yaşam hepimizin en doğal hakkı, başkalarının doğrularını yaşamak üzere yola çıkarak kendimize ihanet etmemeliyiz. Kendimiz olmak, kendi sorumluluğumuzu almaktır. Kendimiz olduğumuz kadar özgürüz, özgürlük tamamen kendinden sorumlu olmaktır. Bu yolda kendinize prangalar takabilir veya başkalarının taktıklarıyla da yaşayabilirsiniz. Her iki seçeneğin de sonucu da aynıdır.  Seçimlerimizle (neyi, niye, neye göre ve nasıl)  daha nitelikli bir ömür geçirmek mümkün.  Kendi yaşam vazifelerinizi keşfettiğiniz ölçüde de, başkalarına faydalı olursunuz.

çağın modern buluşları...boluolay.com/ 10.07.2015 tarihli yazım

 Çağın modernleştirerek hayatımızı kolaylaştıran buluşlarından doğru faydalanabilmek azami dikkatle mümkündür.
İtfaiye ve ambulans sesleri hangimizin içini ürpertmez? Yollarda düşüncesizce park edilen araçlar,  bazen en acil durumda itfaiye veya ambulans ekibinin zamanında duruma müdahale edebilmesini engelleyebiliyor.
Duyarlı vatandaş olmaktan söz edilir… Toplum bilincinden dem vurulur…  
Çoğu kazalar evlerimizde yaşanır… Soba yanık bırakılıp, çocuklar uyurken kapı kilitlenir olur da uyanıp sağa sola kaçarlar düşüncesiyle, bakkala çıkılır o sırada bir ahbap lafa tutar, bir çığlık kıyamet, gazdan zehirlenilmesin diye aralık bırakılan pencereden, uyanan çocuk düşüvermiştir, ya da bir anda baca tutuşup yangın çıkmıştır. Ekranlarda dövünen anneyi teskin etmeye çalışan kalabalık, görüntüler içinizi dondurur…
Asansör arızalanmıştır, biniyorum diye dalgınlıkla asansör boşluğundan şanslıysanız hafif yaralı kurtarılırsınız….Çamaşır suyunu tezgahın altına koymuşsunuzdur, emekleyen bebeğiniz kaşla göz arasında kapağını açıp içer…Mutfakta yemek pişirirken bir anda dolap üstünüze devriliverir… Bir anda fritöz alev alır, çocuk kendi paşa çayı yerine annesinin sıcak bardağına uzanır ve … Örnekler uzar gider…
Felaketlerin ne zaman ne şekilde başımıza geleceğini bilemeyiz. Kazazede ve yakınları, ihmalkarlıkla suçlanırken kendince her türlü önlemi aldığını düşünen kişi, kendini nasıl savunacağını bilemez. Hisleri, kabusu yaşanmışlığı değiştiremez.
Her ne yapıyorsak dikkatimizi yaptığımız işe vermeyi başarmalıyız. Bu alışkanlığı kazandığımızda, evden aceleyle çıkmamız gerekince eyvah ocağı açık mı bıraktım vesvesesine kapılmaktan kendimizi kurtarabiliriz.
Birey olarak bana bir şey olmaz yanılgısından sıyrılmalı, hayatımıza ve çevremize daha özenli davranmayı alışkanlık haline getirmeliyiz.
Ambulans yol tıkalı diye ilerleyemiyorken, kimbilir belki yabancı veya bizim için çok değerli birine yetişmektedir veya içinde ben olsaydım gibi bir düşünce içinizi sarmıyorsa, kendinizi bir gözden geçirin, ne ara bu kadar duyarsızlaştınız? Silkelenin ve yitirdiğiniz değerlerinize yeniden kavuşmak için lütfen çabalayın.
Acil bir durumda, ilk yardım ekiplerine yardımcı olabilmek için meraklı izleyici kalabalığı oluşturmayın ve geri çekilin. Şayet ilk yardım eğitiminiz varsa, ekibin desteğe ihtiyacı olduğu durumlarda veya sağlık ekibi gelene dek yapmanız gerekenleri ara ara notlarınızı karıştırarak bilgilerinizi tazeleyin.
Yargılamaları bırakın çünkü kimin başına ne zaman ne geleceği gerçekten belli olmuyor.