22 Temmuz 2015 Çarşamba

Adabeach


İstanbul’umuzun gözbebeklerinden, güzelim Prens Adalarımızdan Heybeli’de, ücretsiz motor seferiyle veya dilerseniz biraz pahalıya gelse de, faytona binerek gidebileceğiniz nezih sayılan plajlardan biri.
4 yazdır, arada diğer ada plajlarını da gezsem, Adabeach şezlong,  şemsiye, personel hizmeti, işletmenin titizliği ile tercihim olmuştu.
Bir yer hakkında yapıcı veya yıkıcı eleştiriler yapmaktansa artı ve eksi yönlerini terazinin kefelerine koyar ve gerileme veya gelişmeleri gözlemleyerek yorum yapmayı yeğlerim.
Koşullar gereği sadece yaz sezonunda hizmet veren plajlar, her yörede benim gibi  ayrıntılara dikkat edenlerce nasıl görülüyor?
3 tarafı deniz kaplı ülkemizde, kimi günü kurtarmalık kimi de gerçekten nitelikli hizmet anlayışına sahip işletilen plajlar dolu..
Her gittiğim plajda aradığım özellikleri bulamıyor ve işletme sahiplerinden, bu ve benzeri talepleri gerçekleştirmemelerindeki sebepleri sorguluyorum…
Adabeach’in en önemli özelliği, tek gelen beyleri kabul etmeyişi, böylece bayanların huzursuz edilmesiyle çıkabilecek sorunları baştan engelliyorlar.
Motora bindiğinizde, plaja giriş ücreti toplanılır, iskelede indiğinizde, ücretinizi ödediğinizde verilen fişleri görevliye teslim eder ve dilediğiniz şezlonglara yerleşirsiniz.
Şezlonglarda minderler vardır, bu yaz yastıklı minderler eklemişler. Daha bir konforlu ve şık olmuş.
Koyda, ağ gererek sahile yosun, deniz anası girmesini engelleyerek, müşterilerin rahat yüzmelerini sağlamışlar… Tabii o ağ koya demir atan teknelerce arada yırtılınca kaldırıyorlar. Bilemiyorum ağ koymaları balıkların ağa takılmasına sebep olmuyor mu? İnsanoğlu konforu için diğer canlıları pek düşünmez…
İçeri girerken ödediğimiz ücret dışında, yanınızda yiyecek götürmemeniz rica olunur ancak siz yine de çaktırmadan götürebilirsiniz, piknik sepetlerinden börekler çıkarıp yiyenlere rastladım. İçecekler normal kafeteryalardan çok da farklı değil ancak yiyecekler fiyata göre kalitesini bu yaz bozmuş.
Bir hatayla eleştirmem ancak hatalar 3’ü geçmişse, o zaman işletme sahibine durumu yazılı veya sözlü bildirme gereğine inanırım. Medya paylaşımını ise sonrasına bırakırım.
Tuz isteyip bitti cevabı almak, hesap açın toptan ödeyeyim dediğinizde hesap açmıyoruz denmesi ve 4 senedir açtırıyorum, her yerde açılır diye personelle tartışıp sonrasında açılmasını geçiyorum, yeni personel bir de hesabı ödemeden kaçabilir diye tedirgin olmaları tekne olmadan arka kapıdan kaçıp gidebileceğimizi mi düşünürler bilinmez …
İnternet bağlantısında sorun var nakit ödeyin deyip sizin tavrınıza göre aa modem kapalıymış pardon diye cevap almanız... Müessese kart ödemesini nakite dönmesindense , sıcak para tercih edebilir…
Buz istediğinizde, yok balık restaurant’tan kendiniz isteseniz demeleri… Sonra nasıl buz olmaz diye söylenip buzun getirilişi…
Lavabolarda tuvalet kağıdı bulamayışınız ve eskiden vardı diye söylediğinizde aa koymamışlar mı denmesi ve yine koyulmayışı…
Patates kızartması istediğinizde 40 dakika sonra hala nerede siparişimi unuttunuz mu diye sorduğunuzda fritözün arızalı olduğunu ve elde kızarttıkları için geciktiğini öğrenmeniz…
Aynı personelin sabah 9 akşam 6 sürekli güneşin altında, müşterilere yetişmeye çalışması…
Su borusunun patlaması, kadınlar kabin kısmının yerlerini su basması ve işletme sorumlusu olduğu söylenilen zat’ın, masasında misafirleriyle muhabbette, duruma hakim olmaktan uzak sabahtan akşama oturuşu…
Plastik çatalla yemek istemediğinizi belirttiğinizde, garsonun mutfaktan metal çatal getirebilmesinin güçlüğü…
Bu kadar yazacak ne var, bir dahakine başkasına gidersin olur biter anlayışında değilim. Aralarında canla başla çalışan gerçekten iyi niyetli personel gençler var… Lise ve üniversite öğrencileri ve kendilerine, ailelerine destek amaçlı, siz deniz ve güneş keyfi sürmek için ordayken size hizmet için çırpınıyorlar… Hatta sanki müessese onlarınmışçasına çalışıyorlar…
Tüm işletme sorumlularından, ricalarım lütfen fazla kâr edip, az ücrete az insan çalıştıralım demeyin. Öncelikle güneş altında çalışanların sanırım shift denen bir çalışma sistemi var, çift vardiya çalıştırılmaları gerekir. Ayrıca kasa yanında bahşiş kutusu yok, bahşiş kutusu, bahşiş ödemeyi akıl edemeyenlere hatırlatmak için iyi bir şeydir.
Geçen yaz, mayo satan ufak bir açık mağaza vardı, bu yaz dövme yapan biri var… İlk yardım veya revir hiçbir plajda görmedim… Bu tür işletmelerin mevzuatını neye göre düzenlendiklerini , kontrolleri de neye göre yapılıyor bilemiyorum…
Amacım işletmeyi karalamak olarak anlaşılmasın. İyileştirilebilmesi mümkün olan, ve girişe 30 TL içerde de otalama kişi başı bir o kadar ödediğiniz bir yerde biraz özen istiyorum…
Mutfak çalışanlarını denetlemek kolaydır, iki gündür bekleyen bayılmış yeşilliği garnitür olarak 20 tl ödediğim köfte tabağında görmeyi kendime hakaret olarak görüyorum. Veya oğlumun istediği sucuk ekmekte ki sucukların dış zarının ayıklanmadan doğranması gibi baştan savma hizmete göz yumayacağım kaldı ki yanımda misafirlerim vardı, bir kısmımıza gelen patates kızartması baharatlı diğerleri değildi..Bir kısmımızda patates fazlayken diğerlerinde azdı…Bunlar kontrolü basit ayrıntılar…Hardal isteyince yok denilmesini yazsam kapris yapma o da olmasın diyebilirsiniz.
Ancak şikayetlerimi tane tane ilettiğim Yakup isimli şahıs,bize bilmem kaç ülkede bulunduğundan hizmet sektöründe çalışan bulmanın zorluğundan söz etti… Çözüm basittir, bu sektörde çalışan tanıdıklarımın gözlerinin nasıl keskin olduğunu, hangi masada ne yaşanıyor,personelin tavrı, siparişin zamanında çıkmayışında mutfaktaki sorunun kaynağı, anında yedek eleman nasıl  anında destek veririne dek ön hazırlıkları vardır…
Bunun dışında tek giden bir müşteri için, Kemer halk Plajında dahi , bundan yıllar önce şemsiye altına, kilitli kasa koymuşlardı,kişi denize girerken anahtarı lastiğinden bileğine geçirerek, cüzdanıma bişi oldu mu endişesi taşımadan rahatça yüzebiliyordu.
Üstelik tost istediğinizde, tostun yanına 2 zeytin,2 dilim domates,salatalık söğüş koyarak önce göze hitap ediyorlardı ve ödediğiniz rakam sunum dolayısıyla içinize oturmuyordu.
Neskafe istediğinizde sütlü mü süttozuyla mı diye seçeneğiniz sorulması dahi insana önem verilişine işarettir.
Elemanlar sezonluk olabilir, her sene yeni eleman sıkıntısı olabilir, müessese sorunlarını, müşterilere sezdirmeden yaşar. İşletme sorumlusu kendi duruşu ile, elemanlarına nitelik kazandırır.
Adabeach’deki işletme sorumluları ve sahiplerini tek tek tanıyıp eleştiriyor değilim. Aralarındaki sorunları bilemem, Dj değişmiş bunlar müşteri olarak gittiğim bir yerde detaydır. Dikkatimi sadece iyileşen ve bozulanlar çeker.
Sadece tansiyon veya şeker sorunu olan birinin bu gibi yerlere hazırlıklı gitmesinde yarar var..
Bu arada işletme sorumlusu Yakup isimli şahısa, misafirlerimin keyfi kaçtı en azından gönüllerini alacak ufak bir jest yapmanızda fayda var dediğim halde, bir çay ikramında dahi bulunmayışı, dönüşümüzde de yine gelin ama  hatta % 50 indirim de yaparız demesi oldukça ilginçti..
Bir daha gider miyim ? Belki eleştirileri masaya yatırıp iyileştirmeler yapılmış mıdır merakıyla ve hafızamdaki olumsuz anı kaybolursa deneyebilirim. İstanbul’da seçenek az değil, adalarda diğer plajlar da aynı giriş ücretinde olduğundan daha iyi hizmet veren daha fazla insan çeker.
Diğer plajlara da, zaman oldukça giderek, gözlemlerimi  tekrar sizlerle paylaşmaya niyet ettim.






18 Temmuz 2015 Cumartesi

bayram üzerine ..istanbulgündemi.net..18.7.2015 tarihli yazım

Bayramlar kimilerimize, bir tatilden öte bazen, yaşayanlarımızı bazen de , geçmişte bırakamadıklarımızı ziyaret fırsatı veren burukluk barındırır… 
 
Güzel İstanbul´umuz gün geçtikçe büyüyor. Yitirdiklerimize, şehrin başka başka yerlerinde mezarlıklar var… Bayram öncesi ve bayram sabahlarımızda mezarlık ziyareti adetlerimizdendir.
 
Bu sene 3 ayrı güne böldük ziyaretlerimizi, çünkü aynı gün içinde şehrin farklı bölgelerindeki mezarlıklara yetişebilmemiz mümkün değildi. Bizler orta yaşı kimilerimiz daha fazla sağlık sorunlarıyla aşmış, kimimiz erkenden evlatlarını toprağa vermiş ve ziyaret sırasında dahi, fenalaşarak ani bir rahatsızlık geçirme olasılığı olan kişilerden oluştuğumuz gerçeğini göz ardı ederek canımızı dişimize takarak, belki de vicdanımızı rahatlatmak belki de koyu bir özlem içinde, çoğunun ne işi var bu yaşta mezarlık ziyaretine gelecek zaten yakında kendi toprağa girecek diyecekleri nice acılarla sırtı kamburlaşmış babalar, gözü yaşlı analar, özlem dolu sevdalılar doludur mezarlıklar… Toprağını sulamak, taşını yıkamak , başında dua okumak vazifesini yapmış hissettirir..İnancımıza göre dua okumak için mezar başına gitmek gerekmese de, belki de bizleri manevi yakınlık hissetme hissi çekmektedir…
 
Dikkatimi çeken mezarlıklar müdürlüğü gerçekten yoğun çalışıyor… İnsanın canı neredeyse, oraya ait farkındalık geliştirmekte… Bir dönem kimilerimiz ambulans sesleriyle irkilir ve kendimizi çaresiz hissederiz… İşte hayat esas çehresini mezarlıklarda gösteriyor… Sık sık ziyarete gidilenlerin mezarları daha temiz ve bakımlıyken, gidemeyenlerin ki çalı ve dikenlerle örtülü… Canı acıyor insanın, unutulmuşluk hissiyle ve daha da zoru belki unutulmamış ancak koşulları sebebiyle gidemeyenleri düşünmek… Bugün Hekimbaşı´na gittik… Ödediğiniz rakama göre daha kolay erişilebilir olma ihtimaliniz bütçeniz sınırlıysa, sizi aralarda kalmış erişilmesi gençler için dahi zor kayan toprak parçaları ve yokuş bekliyor… Belki bu konuda da ileri dönük aralara taş döşeyerek ziyaretçilerin kolay dolaşabilirliğine imkan sağlanacaktır. Beş senede, her gidişimizde öyle bir artış var ki, bu yoğunlukta elbette müdürlüğün çalışmalarını takdir etmemek mümkün değil.
 
Mümkünse bu mezarlıkların arasına patika taşları döşensin ki, yaşlılarımız evlatlarını ziyaret ederken dur durak bilmiyor bir yanlarını düşüp kırmadan arzularını gerçekleştirebilsinler.
 
Sonra sıra, hayatta olup ta nadiren gidebildiklerimiz hatta gitmekten kaçındıklarımıza gelir, sanki yaşlıları ziyaret etmek bizleri de yaşlandıracaktır hayatı güle oynaya yaşamak varken sıkıcı ihtiyarlarla zaman öldürmek gençlerin pek te isteyeceği bir şey olmasa da, kendi büyükanne ve babaları harici, konu komşu hısım akraba ziyaret alışkanlıklarını kazandırmak yine biz büyüklerin tavırlarında gizli…
 
Çocuklarımızı sık sık avm lerde, eğlenebilecekleri yerlerde gezdirirken iyi anne baba olduğumuz hissiyle kendimizi kandırmak yerine, ileri yönelik sorunlu değil de sorumlu bir nesil olmaları için hayatın gerçeklerine yol almalarını nasıl sağlayabiliriz?
 
Niçin bir huzurevi gibi bir yerde hiç tanımadığınız birilerini ziyarete götürerek, belki bir kitap okuması için belki sadece orada olanları sevindirmek için sadece, elinden tutmayalım çocuklarımızın? Haydi bugün farklı bir şey yapalım ve hiç tanımadıklarımızın bayramlarını kutlayalım, hatta bayram bitse de geçmiş bayramınız kutlu olsun diyerek selamlaşalım insanlarla, tanımadıklarımıza kapı tutalım, poşetlerini taşıyalım, karşıdan karşıya geçerken destek olalım. Haydi bu bayram ve sonrası biraz daha az kendimiz için biraz daha fazla başkaları için bir şeyler yapalım.
 

10 Temmuz 2015 Cuma

Keşkeler yerine iyikiler dolu bir ömrünüz olsun.

Yakınlarda hiçbir yaşlıyı, bir hastayı ziyaret ettiniz mi? Ziyaret ettiğiniz kişi, hiç olmamış babanız mıydı? Veya büyük anneniz? Hiç tanımadığınız ölen birinin ardından, en canınızı yitirmişsiniz gibi ağladığınız oldu mu? Onca yaş almışlığınıza rağmen, başı okşanmaya muhtaç bir çocuk hala içinizde yaşıyor mu?
İnsanlar istenilen bir doğumsa, doğana sevinir, ekonomik gücüne göre, bebeği ve lohusa anneyi kutlamaya gelenlerle, karşılıklı armağanlar verilmesi adeti bile vardır.
İnsanlar ölene üzülür, ölen yaşına, sağlık durumundan dolayı çektiği ıstıraba rağmen yine de yitirilmişlikle ardında kalanlar, kolunu bacağını kaybetmiş gibi eksiklik hissinde kaybolurlar.
Doğana sevinebilen ve ölene üzülebilen olamayan bir grup insan vardır, doğum da ölüm de Allah’ın emri derler ve susarlar. Bizler belli bir sebeple birbirimizin hayatına değeriz. Rastgelelik söz konusu değildir.
Yeni tanıştığımız bazı kişileri, evvel ezel tanır bilir hissi kaplar içimizi… Çoğunlukla uzun süreli ahbaplıklarımıza bakarsak, aslında bambaşka fikirlerin insanları olmamıza rağmen, birbirimizi olduğumuz gibi sevip, onayladığımızı fark ederiz.
Çevremizde tahammül edemediğimiz ve yine de bir arada olmamız gerekenlerle kendimizi uzaktan gözlemlersek de aksine, sevip sevmememizle ilintisiz sadece onaylamadığımızı fark edebiliriz. Kendimizde onaylamadıklarımızın yansımaları da olabilirler.
Çevrenizdekileri gönül gözüyle mi zihninizle mi seçersiniz? Yoksa öylesine mi hayatınıza girdikleri fikrindesiniz?
Sevip sevmediğimiz, onaylayıp onaylamadığımıza bakmaksızın, her karşımıza çıkanla ya öğreneceğimiz bir ders, ya varacağımız bir yol vardır.
Ve o yol bir gün biter. O yoldaşlık biter. Paylaşımlar, yarım kalmış cümleler, bilahare yapılması artık söz konusu dahi olamayacakların ağırlığı üstümüze çöker.
Hani birine seni seviyorum demeyi düşünüyorsanız, o an bu andır. Birinin gönlünü alacaksanız, elini öpecekseniz, birinden özür dileyecekseniz, şimdi yapın. Sonra… Sonramız olmazsa… İçimizde ukde kalırsa…
Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış yarın ölecekmiş gibi dua et derler. Evet çalışmak, bir işe yaramak hissi ve geçim için, dua da olana şükür ve ruhumuz için gerekense, canımız dediklerimize sevgimizi göstermemiz, sıkıca sarılmamız, iyi ki hayatıma girdin diyebilmemiz de, şimdimiz düne dönerken keşkelerde kalmamamızı sağlar.

Keşkeler yerine iyikiler dolu bir ömrünüz olsun.

9 Temmuz 2015 Perşembe

Kimiz? Nasılız? Kime ve neye göre? istanbulgündemi.net/10.07.2015 tarihli yazım

Nasıl olmak istersiniz? Hayatınızı zihninizde şekillendirin, kendinizi yabancı biri gibi gözlemleyin. Eğitim durumunuz mu? Bedensel yapınız mı? Mevkii sahibi olmanız mı? Ailevi değerleriniz mi? Hayatta en çok istediklerinizle imtihan edileceksiniz.
Sizin için önemli olan nedir? Diğerlerinin gözünde mi yoksa kendiniz için değerli olmak mı? Kendiniz için doğru olduğunu hissettiklerinizi başardığınız oranda diğerlerinden takdir mi bekliyorsunuz? Elbette sizi alkışlayacaklar da tersine ağır eleştirilere tutacaklar da olacaktır. Onaylanma ihtiyacınızı kendi içinizde giderin. Başkalarının kopyala yapıştırı olmadığınızdan emin olun ve inandığınız yolda yaşamayı sürdürün ki, kendi izimdeyim diyebilin. 
Size bir dolu gölge oyunu ile oyalama taktiğiyle geleceklerde molalar verseniz de yolunuzda ilerlemeyi bir şekilde sürdüreceğinizi bilin kafi. Ne denli oyalanacağınız da sizin insiyatifinizdedir.
Başkaları, ebeveynler, akrabalar, yakın arkadaş veya dost sandıklarınız nasıl yorumlarlarsa, sadece kendi pencerelerinden görebilirler. Her ne kadar sizi anladıklarını söyleseler de, bu sadece sizin kendi bildikleri gibi davranmanız için oyundan ibarettir. Sonunda işte benim dediğim gibi yaptı diye açıkça değilse bile, gizliden gizliye böbürlenen egoları vardır. Sizde yok mu? Evliya mısınız? Derviş mi? Bir eski püskü, delik deşik hırkayla ömrünüzü geçirebilir misiniz? Birileri için değilse de kendi egonuz için daha mevkii sahibi veya ekonomik ferahlıkta olmak istemeyeniniz var mı? Bana değil lütfen kendinize dürüst olun.
Etrafınızda amaaan bu da hiçbir şey başaramıyor denilen biri olmaya katlanabilir misiniz? Bir parça ekmek için el açmaya? Kimileri gerçekten muhtaçlıkla el açarken kimileri bizlerin vicdani saflığından kazanır. Sokaktaki dilenciler görünen halleri de bunu en takım kravat veya en şık marka giysiler takıp takıştırmış şahısların da tatlı tatlı yaptığını inkar edebilir misiniz? Veya siz kendinizi bir iş görüşmesinde, en iyi şekilde göstermek adına, daha yüksek kazanç uğruna yapmıyor musunuz?
En kocaman gülümseyişinizle sıcak, samimi görünme gayretinde üstünüzle selamlaşırken, tokalaşırken kendi pazarlamanızı yapmadığınıza emin siniz? Arada yüzünüzdeki maskeleri, makyaj tazeler gibi duruma göre yenilemiyor musunuz? 
En rahat hissettiğiniz anlarda yüzünüzde, gözlerinizde ışıltı devam ediyor mu? Karşınıza bir ayna alın ve değişik tuh hallerinizde kendinize bakın, ne çok sıfatı bir arada barındırdığınıza dikkat edin. Sonra lütfen karşınızdakiler hakkında ahkam kesmeyi bırakın, işte onlar da sizin gibi birer insan ve durumlarına göre kâh dünyanın yükü omuzlarında kâh çocuklar gibi şen…
Kimiz? Nasılız? Kime ve neye göre? Benzeri sorularla kendimizi irdelememiz doğaldır.  Zihnimiz, huzursuzluk veren yanıtlar veriyorsa, bu yanıtların özümüzden mi yoksa yıllarca çevremiz tarafından yapılan kodlamalardan mı kaynaklandığının farkındalığında, tamamen tarafsız bir gözlemci kıvamında keşfetmeniz için, kendinize izin verin. Yaşam hepimizin en doğal hakkı, başkalarının doğrularını yaşamak üzere yola çıkarak kendimize ihanet etmemeliyiz. Kendimiz olmak, kendi sorumluluğumuzu almaktır. Kendimiz olduğumuz kadar özgürüz, özgürlük tamamen kendinden sorumlu olmaktır. Bu yolda kendinize prangalar takabilir veya başkalarının taktıklarıyla da yaşayabilirsiniz. Her iki seçeneğin de sonucu da aynıdır.  Seçimlerimizle (neyi, niye, neye göre ve nasıl)  daha nitelikli bir ömür geçirmek mümkün.  Kendi yaşam vazifelerinizi keşfettiğiniz ölçüde de, başkalarına faydalı olursunuz.

çağın modern buluşları...boluolay.com/ 10.07.2015 tarihli yazım

 Çağın modernleştirerek hayatımızı kolaylaştıran buluşlarından doğru faydalanabilmek azami dikkatle mümkündür.
İtfaiye ve ambulans sesleri hangimizin içini ürpertmez? Yollarda düşüncesizce park edilen araçlar,  bazen en acil durumda itfaiye veya ambulans ekibinin zamanında duruma müdahale edebilmesini engelleyebiliyor.
Duyarlı vatandaş olmaktan söz edilir… Toplum bilincinden dem vurulur…  
Çoğu kazalar evlerimizde yaşanır… Soba yanık bırakılıp, çocuklar uyurken kapı kilitlenir olur da uyanıp sağa sola kaçarlar düşüncesiyle, bakkala çıkılır o sırada bir ahbap lafa tutar, bir çığlık kıyamet, gazdan zehirlenilmesin diye aralık bırakılan pencereden, uyanan çocuk düşüvermiştir, ya da bir anda baca tutuşup yangın çıkmıştır. Ekranlarda dövünen anneyi teskin etmeye çalışan kalabalık, görüntüler içinizi dondurur…
Asansör arızalanmıştır, biniyorum diye dalgınlıkla asansör boşluğundan şanslıysanız hafif yaralı kurtarılırsınız….Çamaşır suyunu tezgahın altına koymuşsunuzdur, emekleyen bebeğiniz kaşla göz arasında kapağını açıp içer…Mutfakta yemek pişirirken bir anda dolap üstünüze devriliverir… Bir anda fritöz alev alır, çocuk kendi paşa çayı yerine annesinin sıcak bardağına uzanır ve … Örnekler uzar gider…
Felaketlerin ne zaman ne şekilde başımıza geleceğini bilemeyiz. Kazazede ve yakınları, ihmalkarlıkla suçlanırken kendince her türlü önlemi aldığını düşünen kişi, kendini nasıl savunacağını bilemez. Hisleri, kabusu yaşanmışlığı değiştiremez.
Her ne yapıyorsak dikkatimizi yaptığımız işe vermeyi başarmalıyız. Bu alışkanlığı kazandığımızda, evden aceleyle çıkmamız gerekince eyvah ocağı açık mı bıraktım vesvesesine kapılmaktan kendimizi kurtarabiliriz.
Birey olarak bana bir şey olmaz yanılgısından sıyrılmalı, hayatımıza ve çevremize daha özenli davranmayı alışkanlık haline getirmeliyiz.
Ambulans yol tıkalı diye ilerleyemiyorken, kimbilir belki yabancı veya bizim için çok değerli birine yetişmektedir veya içinde ben olsaydım gibi bir düşünce içinizi sarmıyorsa, kendinizi bir gözden geçirin, ne ara bu kadar duyarsızlaştınız? Silkelenin ve yitirdiğiniz değerlerinize yeniden kavuşmak için lütfen çabalayın.
Acil bir durumda, ilk yardım ekiplerine yardımcı olabilmek için meraklı izleyici kalabalığı oluşturmayın ve geri çekilin. Şayet ilk yardım eğitiminiz varsa, ekibin desteğe ihtiyacı olduğu durumlarda veya sağlık ekibi gelene dek yapmanız gerekenleri ara ara notlarınızı karıştırarak bilgilerinizi tazeleyin.
Yargılamaları bırakın çünkü kimin başına ne zaman ne geleceği gerçekten belli olmuyor.

5 Temmuz 2015 Pazar

Yarınlar sizin dediğimiz gençliği yetiştirmek için neler yaptık?boluolay'da 10.06.2015 te yayınlanan yazım



Yarınlar sizin dediğimiz gençliği yetiştirmek için neler yaptık?
Nafiye Ç. Özdemir
Anne, baba olma arzusuyla planlayarak ebeveyn olanlar dahil,  daha dünyaya gelmeden bebeklerimiz için, maviler, pembelerle odalar döşemediysek dahi, erkek mi kız mı merakımızla, oğlum, kızım diye sahiplendik. Bizlerin devamını sağlayan, hayatta başaramadıklarımızı, onların yapması için, öyle değil böyle diye direktifler vererek, hakimiyetimiz altına alan, mandallar yerine ciddi bütçeler ayırdığımız rengarenk, fabrikasyon oyuncaklar alarak niye kendi kendine oynamıyor, mızmızlanıyor diyerek psikologlara koşan bizler nasıl büyütüldük ?
Hişşştt!.. Çocuklar karışmaz, otur bakayım! Odana git! Yatma saatin! Haydi ders çalış! Yine ne kırdın?.. Zaten işe yaramazın tekisin, bak komşunun oğlu nasıl efendi!.. Halanın kızı nasıl başarılı!..
Vee bizler annelermiz veya babalarımız gibi olmayacağımıza yeminler ederken, daha iyi veya daha doğrusunu başarabildik  mi? AVM’ lere,  tv önüne, bilgisayarlara bağımlı, alışveriş tutkunu,  gelenek ve görenekleri küçümseyen bir nesil!.. Bu muydu istediğimiz? Yaşlandığımızda hatırımızı sormayan, bayramları tatil fırsatı sayan, kandillerde büyüklerini aramayı, el öpmeleri komik bulan çocuklar mı yetiştirmek istedik?
Hepimizin, bizlerden daha mutlu, daha sevgi dolu insanlar yetiştirmek arzusunda olduğuna inanıyorum. Atladığımız neydi? Daha iyisini yapmak üzere yola çıkıp ta, aksi yola varmamıza sebep neydi?
Eskiden kayınvalide, kayınpeder, görümce, baldız, bacanak bir arada yaşarlar, yaşlılara hürmet edilirdi…  Çocuklar ailenin büyüklerinin yaşlanışını, hastalanışını, ölümünü ailece bir olma hissini özümseyerek yetişmezler miydi? Sonra kentleşme, modernleşme, daha iyi daha lüks yaşam açlığıyla, her şeyi maddeleştirirken insanlığımızdan uzaklaşmaya başladığımızı fark edemedik… Her şeyin ideali peşine düştük, ideal eş, ideal ev, ideal okul… Hayallerimiz, ihtiraslarımız için neleri teptik? Nelere mal oldu? Neler kazandık?
Bir soluk alın ve en son ne zaman annenize onu sevdiğinizi, babanıza sizin için emeklerine teşekkür ettiğinizi düşünün. Sizler için kendilerince en doğru kararları alırken, farkında olmadan, sizin kişiliğinizi hiçe sayışlarını affettiğinizi, sizin de artık birer yetişkin olmanın sorumluluklarıyla hem kendiniz hem de çocuklarınız için, tıpkı onlar gibi ara sıra yanlış kararlar aldığınızı itiraf edin. Ve sarılın, sıcacık bir kucaklayın.. Çok geç olmadan…
Sonra aynı binada bir arada yaşadıklarınız, mahalle komşularınız, selamlaşmadıklarınız, belki bir seneden fazladır aramadıklarınız, şöyle bir düşünün, iş yerinizde çayınızı getirene en son ne zaman hatır sordunuz ve içtenlikle gülümseyerek teşekkür ettiniz?
Zamanla yarışırcasına yaşamak, kendimizi birey olarak değerli görmek ve çevremizdekilere değer vermek, saygı göstermek inanın zamanı daha doğru kullanabilir kılar. Vicdanen kendinizi iyi hissedince her işinizde verimlilik arttığını fark edersiniz.
Vicdan demişken, çoğu kişinin dış dünyaya ve iç dünyasına farklı hisler barındırdığı aşikâr… Öyle olmasa, yalan,  kötü, yanlış, çirkin gibi sözcükler çoktan kullanımdan kalkardı…
Yalanın, bağışıklık sistemini bozduğu gerçeği pek gündeme getirilmiyor. Genelde sağlıklı beslenme ve egzersiz üzerine konuşulur…. Kimse ben dahil yalancılıktan kurtulamıyor, bu bir başkasına değil tamamen kendimize dürüst olamayışımızdan kaynaklı…
Başlangıcı da, işte o hayal meyal hatırladığımız çocukluğumuzda, her uyarıldığımız ve azarlandığımız zamanlardan beri, kasılarak nefesimizi tutuşlarımızda ve kendimizi bir şekilde koruduğumuzu zannedişlerimizdedir.
Şimdi sizlerden ricam, dostlarınızla iyilikler üzerine sohbetler yapın, olmasını istemedikleriniz yerine olanlardaki hayrı birbirinize hatırlatın.
Bırakın, komşunun oğlunu, halasının kızını, el alem ne der! i, sevginizle, sağduyunuzla davranın… Birkaç kez deneyip ardından pes etmeyin, yolunuz huzur dolsun, okuyabildiğiniz için gözlerinizden, okumanızı öğreten öğretmeninize ve Yaradan’ınıza dek şükredeceklerinizi listeleyin… İnanın her gün şükredeceklerinizin çoğalacak J Sevgiyle 

İnsanlar hep bir yerlerden bir yerlere gidiyor...7.6.2015..istanbulgündemi'ndeki yazım



Otobüs maceraları; toplu taşıma kullanan hemen herkes her gün değişik bir dolu insan profili ve hikayesine denk gelir..

Çigdem Nafıye Özdemir
Otobüs maceraları;  toplu taşıma kullanan hemen herkes her gün değişik bir dolu insan profili ve hikayesine denk gelir..
Gidiş yönünüz neresi olursa olsun, boş koltuk olsun, kalabalık olmasın demeyenimiz var mı? Yeni bir otobüs gelsin, kliması çalışsın, aracı kullanan sürücü ani frenlerle bizi perişan etmeden gideceğimiz yere kazasız belasız gidelim.. Aman otobüste hır gür olmasın ..
Durağa çıkar sizden önce beklemeye başlamışlara sorarsınız filanca numara geçti mi? Yok yanıtı,içinizi ferahlatır çok beklemeyeceğinizin işareti..  Dolu olsa da bindiğinizde, bazen bir genç yer verir... Bazen bir yaşıtınız kalkar hatta ben çok oturdum az da sen otur diye sırtını sıvazlar...
Kimisinin çocuğu hastadır yol boyu ağlar, biri sara krizi geçirir.. Otobüs kullananlar o kalabalığın ve trafiğin stresi üzerine, durakta gideceği yere hangi numaraya bineceğini soranları yanıtlar..
Modernize olmuş, ekranda durak isimleri görünür ama okuyamazsınız ya güneş ışığı vurur ya uzağındasınızdır..Ses sistemi bindiğiniz her otobüste olmayabilir veya kul yapımı arızaya geçmiştir..
Bir çok genç kulaklarında müzikleri  yolu çekilir hale getirirler kendilerince..Şu metro videosunda müzik açıp herkesi dansa kaldıran genç gelir aklıma.. Hayatta anların kıymetini bilmek hoş olur.. Bir anda itfaiye,ambulans sirenleriyle zıplarsınız..
Metro kentimizin devasalığında; kurtarıcımız.. Zamanımızı bize geri kazandıran, kendimizi biraz köstebek hissettiğimiz sistem..Aceleniz yoksa; metroya inişin tadını çıkarın, biraz rutubet kokusu dışarıdaki havanın kıymetini anımsatıp anında özletmiyor mu ? Çok şanslıyız, ne mutlu bize ki açık havanın tadına varabiliyoruz.. Bir de metroya doğru olan yolu keyifli hale getiren müzisyenler var ve keşke her cadde ve sokak başlarında da olsa dediğim.. İnsan bir anda, dertler tasalar bir yana, anı fark edebiliyor.. Müzisyenleri kadroya alıp, vardiyalı çaldırsalar ve sürekli içimizi ısıtan ahenk olsa her yanda, sizce nasıl olur?
Bir de metro sık  geldiğinden oturma yerleri az, ayrıca soğuk bir rüzgar esiyor.. Biz insanoğlu yapılandan hep daha fazlasını talep ederiz..Tüm insanlar iyi şeylere layıktır ya neden olmasın ? Şöyle örnekleyeyim; sağlıklı biri için belki sorun yok ancak; aracı veya taksiye ayıracak bütçesi olmayıp, çocuğunu hastaneye götüren, ameliyattan veya kemoterapiden çıkmış ve toplu taşıma kullanmak durumunda olanlar var.. Yani toplu taşıma araçları işine okuluna veya gezmesine gidenlerden ibaret değil..
Metroda yaşlılara yer veren düşünceli insanlara daha sık rastlamak mümkünken otobüslerde ne yazık ki, eskisi gibi yer verme terbiyesi, şehrin yorgunluğundan bitap gençlerimiz için hiç cazip değil. o nedenle gezmeye çıkan yaşlıların iş ve okul dönüş saatlerine dikkate alarak yolculuk saatlerini seçmeye çalışması daha iyi olmaz mı?
Marmaray, biz İstanbullulara muhteşem bir hediye, bazısı deniz altından gidiyor paniğinde olsa da, denizin altındaki toprağın da altında yani şehir trafiğinde yaşanabilir kaza risk oranı, orada neredeyse yok.. Gençliğe bayılıyorum, zamanında biz bağdaş kurup yere oturmaya kalksak ayıplanırdık.. Vapurlarımızın ise, her kalkış saatine has yolcu profili vardır.. Gerçi bizim çocukluğumuzdaki gibi, mevkii farkı yok ve gençlere anlatınca nasıl yani diye şaşıp kalıyorlar :) Vapurlarda nostaljik bir satış vardır, tepsinin altına vurarak çay, gazoz var mı isteyen? şeklinde gezer kantin görevlisi.. Bir zamanlar, limon sıkacağından, yeni icat domates, yumurta dilimleyicisine kadar farklı malzemeler satan, nezih bir üslûpla, sayın yolcular iyi yolculuklar dilerim, sizlere şu ilginç ürünü tanıtmama izin verin diyerek diğer iskeleye yanaşana dek, tüm yolcularla şakalaşarak satış gerçekleştiren amcalarımız vardı..
Tüm şehir hayatını kolaylaştıran toplu taşıma araçları arasında, çocukluğumuzun tramvayı, İstiklal caddesinde zaman zaman orkestra taşıyarak, Beyoğlu`na müzik ziyafeti veriyor.. Moda tramvayımız da var .. Bir unutulan 9 kişilik sarı dolmuşlar pencere kenarı minik kareliydi hani :) bir de elektrikli troleybüsler.. Adalarda faytonlar,tıkır tıkır, yokuşlarda koşturan atlar ve o süslü püslü hala eskimemiş pırıl pırıl döşemeleriyle arabaları.. Belki taksiler gibi rakamlarla o zevki herkes tadamıyor.. Belki daha adaları görmemiş bir çok İstanbullu da vardır.. Bilir misiniz herkes her istediğinde her şeyi yapabilse deriz ya, adaya gidince, çocukken ailemin pahalı diye bindiremediği faytona binebilmek kendimi çook zengin hissetmeme yarıyor.. O an yapamadıklarımızdaki ve olandaki hayra şükredebilmeli..  Bir şey daha; birlikte yolculuk ettiğimiz insanları gözlemleyelim ve çok yorgun olduğumuzda, belki de bizden daha yorgun bir yüze, bir bedene denk geldiğimizde, buyurun biraz da siz dinlenin diyerek yer verelim olur mu? Yabancı birine, gönülden yer vererek, insanlığa umut aşılar ve ruhumuzdaki hafifleme ile dinçleştiğimizi hissederiz.

Babanızın değerini bilin..21.06.2015'te boluolay'da yayınlanan yazım

Dünyaya gözünüzü açtığınız anda hatırlamasanız da bilirsiniz, sizi aşkla kucaklayan anneniz oldu mu? Ya da babanız? Güzel ve özel günleriniz var mı anımsadığınız? Yoksa siz de öylesine bir nefs anı sonrası mı geldiniz? Annenizin ve babanızın bakışlarında kapana kısılmışlığı mı deneyimlediniz? Sonradan biraz olsun sunulduğuna kendinizi ikna ettiğiniz sevgi kırıntılarıyla mı beslendiniz?
Dünya bir dolu rastgele, doğup büyüyen ve doğuran insanlarla dolu, yani bizler de çoğunlukla hayvansı bir üreme güdüsündeyiz.
En çok istediklerinizle imtihan edilmekten söz edilir, işte en başından ebeveyn olmanın ağırlığından bihaber, anne, baba olmak biraz kendini dış dünyaya kanıtlamaktır, malum akrabalar ve çevreniz çocuk yapmamayı seçseniz, acaba hanginiz kısır düşüncesiyle iğneleyici konuşmalara maruz kalmaz mısınız?
Bilinçli veya rastgele ebeveyn olmanın dışında, anne ve baba olmak hani henüz kadın ve erkek olmayı özümseyememişken, belki daha kendi büyümemişken, evcilik oynarcasına kucağına bir bebek almak, ya sonrası? Çocuğun ihtiyaçları giderek artarken,  geçim derdinde olmayanlar dahi, kendilerinde bocalamalar yaşamazlar mı? Erkek olmak, baba olmak, insan olmak kendi ihtiyaçlarını göz ardı ederek hayatına kattıkları canlardan mesul olmak, zamanla hayattan bezdiren veya en iyisinden kahveye, maça veya kanepede uyuklamaya daha beterine dışarıda kaçamaklara dek, ne yaptığını bilmezlik ve huzursuzlukla çevresini suçlayan, maraza çıkaran birine dönüşmez mi?
Evliliğini has bel kader sürdürenlerin mi yoksa tekrar baştan başlama cesareti gösterenlerin mi daha doğru davrandıkları ayrı bir konudur. Boşanmaların çoğaldığı, evliliklerin de pek azalmadığı günümüzde, insanlar ikilemler içerisinde, bir yandan özgür kalmak isterken, bir yandan düzenli bir aile hayatı cazip geliyor… Çevrenizi biraz gözlemlerseniz,  bir dolu taze bekar’ a ve hafta sonu babalarına rastlarsınız… İstisnalar hariç,  hafta sonu babalığından bir an önce kurtulmak için sık sık saatine baktıklarını görebilirsiniz. Sonrasında o çocuklar büyür ve onların sırası gelir… Kendi ebeveynlerinden daha iyisini başarmaya azimlidirler, aynı hataları yapmayacaklardır… Veee tarih tekerrürden ibarettir!..
Sevgisiz büyüdüklerini düşünenler çocuklarına aşırı sevgi göstergesi olarak, anlamsız oyuncaklara dünya para dökerler… Çocukların tek ihtiyacı ilgi ve sevgi gösterilmesi yani kendileriyle kaliteli zaman geçiren ebeveynleri olmasıdır.
Çocuklar anne, babaları ayrılınca neler hisseder? Benim yüzümden boşandılar, ben doğmasam hala evli kalırlardı derler mi? Anne ve babası arasında seçim yapmak durumunda mı kalırlar? Kendi psikolojik halleri ile, çocuklarının hislerini hiçe sayan, karşı taraftan intikam almak veya sorumluluktan kaçmak için eşler birbirlerini zedelemeye çalışırken, dünyaya getirdikleri masum can’a ne tür olumsuz duygular yüklerler? Bunun vebali kimden sorulur?
İşte özel günler ailesi bir arada, ekonomik durumu yerinde olanlar için, Pazar sabahı kahvaltıları, armağanlarla geçerken…. Yetimhane ve hatta hapishanelerde yaşayan çocuklar için nasıl anlamlara sahiptir? Hayatı toz pembe, koruma altında yaşayan çocukların bir anda aileleri her hangi bir sebeple yıkıldığında, hayat başlarında nasıl kara bulutlar oluşturur? Aslında her kutlamada görmezden geldiklerimiz çokçadır… Bu kez babalar gününde mümkünse, babanızın elinden tutup, babasız yetişen çocukları ziyaret edin ve babanızı paylaşın. O gün o çocuğa benim her gün babam var, bugün de senin olsun deyiverin ve ellerimiz bir yüreklerimiz bir olsun… Bu kez babanıza seni çok seviyorum deyin, seni beklentilerimi karşılamasan da, başka çocukların babaları gibi değilsin diye suçlasam da, biliyorum ki elinden gelenin en iyisini yapıyorsun, seni gerçekten  çok seviyorum deyin, deyin ki hani sonra keşkeler boğmasın içinizi… 

Adap&Üslup ...21.06.2015 istanbulgündemi'nde yayınlanan yazım

Türkçemiz, diğer lisanlara göre çok ayrıntılı düşünülüp biçimlendirilmiş mükemmelliktedir.
Nezaket, saygı, samimiyet gizli özneleri… Çağımızın hızlı yaşamı, biraz kullanım alanlarını bozsa da, bizler sahip çıktıkça, çevremizin de özen göstermesine katkıda bulunabiliriz.
Samimiyet ve laubaliliği ayıran ince bir çizgi; sen dediğimizde karşımızda ya astımız durumunda biri vardır, ya da samimi olduklarımız… Siz dediğimizde, saygı ve mesafe koyarız… Bir yerde sınırları hatırlatırız… Sen ve siz, İngilizce´ de aynı sözcüktür. Türkçe de çoğulda sizler deriz. O nedenle bazılarının siz çoğul eki diye mazeret üreterek sen dili kullanışı anlamlı değil.
Genç nesli eleştirirken, çuvaldızı kendimize batırmalıyız. Onlar da, bizlerin kullanırken hakkını vermeyi önemsemediklerimizle yetiştiler. Hem kendimize hem de onlara hatırlatmak adına, birbirimize saygının ölçütü olarak siz dilini tekrar kullanıma kazandırmamızda yarar var.
Toplu taşımalarda yanınıza oturandan tutun da, aracı kullanana, akbilinizi doldurttuğunuz kamu görevlisine, gazetenizi aldığınız bayiinize, ekmeğinizi getiren apartman görevlinize, market alışverişinizde kasiyere, kasap, manav, pazarcınıza, sizden alt kademedeki personelinize, siz dili kullanmanız, selam vermeniz, saygının zincirleme çoğalması için ufacık bir adım atıştır.
Genelde her olumsuz olayda, karşımızdakileri suçlama meylimiz vardır. Çok az kişi de, bu duruma sebep oluşturan ne gibi bir tutumum oldu diye kendini irdeler..
Üslup gerçekten önemlidir. Aynı anlama gelen konuşmayı bazısı yapınca, kabullenişe bazısında savunmaya geçeriz de bazısında kavga konusuna dönüşür.
Kimileri de hem haddini aşan bir dolu davranış sonrası, siz sustuğunuz için, üstüne bir de sizi hadsizlikle yargılar… Her zaman aynayı kendimize çevirmek te doğru sonuç vermeyebilir… Bazı hallerde, sizin ötenizde, karşınızdakilerin gerilerden birikmişlikleriyle, size yansımalarını yaşayabilirsiniz. O zaman her ahval ve koşulda, kendiniz olmaya devam ediniz, olayları kişisel algılamak ve karşınızdakilerin tavrıyla yanıtlamak yerine, lütfen serinkanlı olmayı sürdürünüz ve bunu anladım acaba böyle mi demek istediniz diyebilir veya anlık yanlış anlaşılmaların sonuçlarına göre şekillenecek olanı deneyimleyebilirsiniz. Hayat sürekli bir öğrenme sürecidir.
Ülkenin ve dünyanın dört bir yanından gelen insanlara ev sahipliği yapan büyüklükte bir şehirde yaşıyoruz. Nerelisiniz sorusu her zaman ilginç gelmiştir. Düşünsenize Büyükbabası memleketinden gelip bu şehirde yaşamaya başlamış, kendi torun sahibi olmuş kişi hala İstanbulluyum diyemiyor. Sizce de ilginç değil mi? Üstelik belki memleketim dediği yerde tek tük akrabası ya vardır ya kalmamıştır… Neden İstanbulluyum diyemiyordur hala? İstanbul´da yaşayıp, çocuklarını okutmuş, iş sahibi olmuş biri niye benimseyememiştir hala? Geri mi dönecektir dedesinin topraklarına? Söndürdüğü sigarasını aracından dışarı atan, 34 plakalı zatlar… Çiğnediği sakızı, yere fırlatanlar, çevre kirliliğinden söz edenler… Kırmızı ışığın yeşile dönmesini bekleyemeyenler, toplu taşımalarda kadınlara, yaşlılara, çocuklulara yer vermeyenler daha mı az İstanbullular? Her yaz yollarda yenilenme başlamasıyla şikayet edenler, yapılmadığında yolların bozukluğundan söylenmeyi sürdürürler. Yola çıkarken hala gideceği randevusuna gecikenler ve trafiği bahane edenler yeni mi gelmişlerdir şehrimize?
Öyle bir şehir ki, her türlü kültürel faaliyeti halka ücretsiz takip edebilme olanağı sunuyor. Geçen bir parkta Türk Sanat ve Halk Müziği Konseri dinleme fırsatım oldu, bu şehrin, nasıl bir kültür zenginliği olduğunun işaretleri, her yerde mevcut yeter ki, gören gözlerle bakalım, faydalanmak isteyelim.
Yollara yapılan görselliği zenginleştiren, çiçek ve dere düzenlemeleri, şehrimize adeta nefes aldırtmıyor mu ? Şehrimizi evimiz, şehirde yaşayanları da komşumuzmuş gibi gördüğümüzde, koskocaman bir aileye dönmez miyiz? Aileler farklı fikirlere sahip, birbirine saygı ve sevgi duyan bireyler oldukça daha huzurlu olmaz mı? Şehrimiz, ülkemiz ve dünyamız için de durum aynı… Birlikte huzur içinde yaşamanın formülü, saygı ve sevgi dengesini hep birlikte korumamızdadır.