8 Ocak 2019 Salı

Yazamadıklarım birikince…


08 Ocak 2019, 12:42
Bu makale 55 kez okundu
Yazamadıklarım birikince…
Nafiye Ç. Özdemir
Sevgili okurlarım; sizlere yazmayı ne denli özlediğimi anlatabilmeye sözcükler yetersiz kalır…
Sabah uyandığımda umuda gözlerimi açmayı öğreneli, tüm karamsar tabloların önüme konuluşuna rağmen, yaşam ki neredeyse bir aya yaklaşan bir bağışıklık sistemi çöküşü atlatışım dahil, her an çok daha fazla farkındalıkla ve geçmişle ilgili çözülmelerle ki, bu konulara aşina olanlar bilirler… Şifa alanında emek veriyorsanız, karşılıklı bir çalışma içindesinizdir… Her dokunduğunuz ruhun ödemesi gereken bedellere (maddi anlamda değil) yaşamındaki tekamül sürecine dahil olursunuz… Elbette bağ kesersiniz, psişik alan korumalarınız ve temizliğinize itina edersiniz… 
Bir yandan insan bedeninde oluşunuzla yorulur, acıkır, susar ve dünyevi gerekleri yerine getirmeye gayret edersiniz… Çoluk çocuk, aile sorumlulukları, çevrede sürekli rahatsızlıkları olanlara yönderlik ve her zaman evren size dinlenme imkanı sunmayabilir… Şikayet yerine; burada öğrenmem gereken nedir diye sorma alışkanlığı edinmişseniz, içinizde ufak şüphe tohumları baş gösterdiğinde hemen yanıtınız gelir; yola devam!
Yüreğiniz size uygun olmayan vazifelerde iseniz habire sıkıştıracaktır, özünü bul bu dünyadaki varoluş amacına hizmet et diye dürteleyecektir… Bulunduğum konuma mecburum düşüncesinden sıyrılamadığınız takdirde ise; ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklara zemin hazırlamış olursunuz…
En kötü ne olur? Aç mı kalırsınız<? Kiranızı mı ödeyemezsiniz? Değer verdikleriniz tarafından dışlanır mısınız? Ölür müsünüz? Peki ya yüreğiniz ve zihninizle iş birliği yapar da; bir çok farklı çözüm yolu keşfederseniz… Şimdikinden daha başarılı ve daha mutlu olacağınızdan mı korkuyorsunuz?
Bir sorununuz varsa bin farklı çözüm yolu bulabilirsiniz, dışarıdan hazır oluşturulana alışmışlıkla bu yeteneğiniz körelmiş olabilir…
Ülkemiz vatandaşları işsiz dururken, yurt dışından gelenler nasıl iş bulup çalışabiliyor düşündünüz mü? Ya yokluk ya savaş sonrası çöküş içinde var olma gayretleri, azla yetinebilmeleri onları ön sıraya taşıyor ise; o halde kibirli davrandığımızı fark edip, aza tamah etmeyen çoğu bulamaz atasözünü içselleştirerek, kendimize yaptığımız işle veya aldığımız rakamla kişiliğimizin oluşmadığınıhatırlayarak, ülke ve dünyanın içinde bulunduğu zorluklardan elbette etkileneceğimizi baştan kabul ederek, birbirimizle barışçıl, sevgi ve hoşgörü ve de özellikle saygıyla iletişim kurarak nasıl zenginleşebileceğimizi ( zenginlik maddiyatın çok daha üstünde bir anlam taşımaktadır) deneyimleyelim.

komşuluk

28 Kasım 2018, 12:18
Bu makale 3753 kez okundu
KOMŞULUK…
Nafiye Ç. Özdemir
 KOMŞULUK…
…denilince; aynı binayı, aynı mahalleyi, aynı kıtayı şeklinde devam edebiliriz…
Atalarımız komşusu açken tok yatan bizden değildir anlamında deyişlerle bizleri büyütmüşlerdi… Sonra ne değişti?
Kime, neye göre bakış açıları ve davranış modelleri geliştirdik?
Bir komşunun evinde hasta yatağında acılarla kıvranan varken; yan dairede yaş günü partisi düzenlenebiliyor… Bir komşuda cenaze kalkarken, diğerinde davul zurnalar düğün olabiliyor…
56 daireli bir binada yaşıyorum. Geçen yıllık toplantı sırasında; bir daire sahibinin annesinin vefatı sonrası, işsiz olduğu elektrik, suyunun borcundan kesildiği, aidatlarının birikmiş olduğu hakkında icra takibi yapılması üzerine konuşulurken; peki ramazan ayında herkes bir şekilde fitre, zekat veriyor, bu şahsın borcunu kapatmaya destek olmaya ne dersiniz diye sorduğumda; altmışını geçmiş bir hanım sinirli bir şekilde ayağa kalkarak; eli ayağı tutuyor çalışsın efendim ne diye onun borcunu üstlenecekmişiz diye itiraz etti, ardından seksenine gelmiş, üstelik hacı olmuş bir bey ona çok kereler yardım ettim artık hak etmiyor dedi. Biz kimiz ki, kimin neyi hak ettiğini yargılıyoruz, belli ki psikolojik sorunları var, dairesini yok pahasına satmaya razıyken alıcı çıkmıyor madem o zaman, bina sakinleri topluca, insani vazife olarak yardımcı olabilir diye önermiştim, baktım tek başımayım, o zaman yöneticiye hukuki süreci başlatın bari de satıp kaçarsa, borcu sizin üzerinize kalmasın derken buldum kendimi…
Ülkemiz komşularına yıllardır, kendi insanlarının işsiz kalmasına yol açan şekilde kapılarını açıyor… Her kiminle konuşsam; Suriyelilerin gelişi ile ülkemizde aşısı yapılmayan birtakım hastalıkların baş gösterdiğini duyuyorum… Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla, ülkemize Türki cumhuriyetlerden çokça insan yerleşti, uzak doğu ülkelerinden gelenler, siyahi hangi ülkelerden geldiklerini bilmediklerimle metrobüste, hızlı tramvayda, otobüste yan yana seyahat ediyoruz, yollarda tezgâh açmış saatten türlü hediyelik eşyaya kadar satış yaparlarken rastlıyoruz…
Bir yandan bu gelenlerin, okullara alımında dahi kimilerine ayrıcalık tanındığından, sınavsız alındığından şikayet edilişini duyarken; bir yandan da kimi insanlarımızın döviz bazında yanlarında yabancı hasta bakıcı, gündelikçi çalıştırdığına şahit oluyorum… Bir çok otel ve spor salonu spasında, Türk masaj uzmanları yerine uzak doğuluların tercih edilişini müşterilerin talepleri bu doğrultuda diye açıklayışlarına şahit oluyorum.
Hangi değerlerimizi, ne zaman, nerelerde yitirmeye başladık? Nasıl haklı bir savunmamız var? Ülkemizde gerçek anlamda eğitimlerini tamamlamak, mesleğinde ilerlemek için alın teri döken, emek veren vatandaşlarımız yerine yabancılar daha makbul hale nasıl geldiler? Bizim ülkemizden de türlü sebeplerle farklı ülkelere beyin göçünden söz edilir ya, koşullar sağlansa kimse yerinden yurdundan olmak istemez…
Bu tüm dünyanın sorunu, uzak doğudan gelenler de kendi vatanlarında olanaksızlıklar sebebiyle buradalar ve Türki cumhuriyetlerden gelenler ha keza… Doğduğun yer değil doyduğun yerdir vatanın derler ya; herkes kendi vatan özlemiyle bulunduğu yerde daha iyi yaşam koşulları oluşturma gayretinde…
Peki bu ülke için yirmi dokuz ekimde yürüyüş yapanlar, on kasımda atamızı ziyaret için Anıtkabir önünde biriken kalabalıklar, on sekiz martta Şehitler Abidesi’ ne akın akın ziyarete giden turlardaki sevgili vatandaşlarım bir şeyler yanlış gidiyor diye düzeltmek üzere yazıp çizenler hepimiz düşüncelerimiz ve davranışlarımızda neleri atlıyoruz da mış gibi yaşıyoruz? Bu çelişkilerden nasıl sıyrılabiliriz? 
Mahallemizde her sokak başında bir çiçekçi var, hepsiyle selamlaşır zaman zaman hatır sorarım… Bir tanesi eski kalmış varsa bir kaban, mont istedi… Daha soğuklar başlamadı, üstelik sigaraya ayıracak parası var deyip onun bu dileğini görmezden mi gelmeliyim? Bu bana Yaradan’ a şirk koşmak gibi geliyor… Ben kimim onu yargılayayım? Kızılderili atasözü; birinin ayakkabısıyla altı ay yürümeden onun hayatı için yargıda bulunma der… 
Komşulukta; mahalle içinde yaşamaya çalışan kedi, köpek, kuşlar da var… Belediye ve gönüllü ekipleri zaten bu iş için varlar deyip, onlara bir kap su, pencereme biraz buğday bırakamıyorsam insanlığımı sorgulama zamanım gelmiş te geçiyordur… Peygamber efendimiz; namaz kılarken eteğine kıvrılan kediyi uyandırmamak için eteğini kesmiş diye anlatılır… Canlı hangi varlık olursa olsun saygıyla davranalım; eve giren örümceği öldürmeden bahçeye atalım. Bahçemizdeki ağaca dahi hürmetle yaklaşalım ki yeni yetişenlere mirasımız gerçek komşuluk olsun.

önlem almak

Önlem almak

09 Ekim 2018, 11:36
Bu makale 1265 kez okundu
Önlem almak
Nafiye Ç. Özdemir
Her nesille hayata bakış açımızda değişimler oluşuyor… Yeni nesillere eskilerin verdiği öğütler, önceleri küçümseniyor olsa da zaman içinde benzer deneyimlerle atalarımıza dönüşüyoruz…
Ekonomik refah düzeyinde olanlar dahil toplumumuz ciddi bir sınavdan geçmekte… Atasözlerimiz adeta hafızaları zorluyor… Hazıra dağ dayanmaz… Ak akçe kara gün içindir…
Çağımız medya yoluyla ihtiyacımız dışında arzularımızın esiri olmamıza vesile ürün çeşitliliğiyle iştahımızı kabartıyor…. Bir kışlık botla yetinemiyoruz, şu modeli bu rengi olsun diye kredi kartlarına yükleniyoruz. Atın ölümü arpadan olsun diyerek yaşarken dahi; faturaların yarı yarıya artışından da şikayetçiyiz… 
Bizleri yetiştirirken ebeveynlerimizin mutlaka doğru sandıkları yanlışları olmuştur tabii; peki ya bizler? O denli ahkam kesişlerimizle kendi çocuklarımızı nasıl yetiştirmekteyiz?
Mezuniyet balolarında renkli kağıtlardan kıyafetlerin yapıldığı zamanlar çok gerilerde kaldı… Şimdilerde gelinlik fiyatına mezuniyetlere hazırlananlara bakınca; bir bilemedin iki kez giyip ihtiyacı olana verilmek üzere bu denli rakamlarla aile bütçesini zorlamak ne kadar anlamlı olabilir? Kokulu silgisi olan çocuklara özendiğimiz, okul önlüğümüze çengelli iğneyle lastik silgimizin tutturulduğu günleri anımsıyor musunuz?
Kaçınız yağ kuyruklarında sıra olduğumuz günleri anımsıyor? Biz ailemizden daha iyisini yapacağız derken; daha tüketici olduk… Yazın klimalar, kışın ısıtıcılar, annemizin mantosunun tersinden bize manto dikildiği günler çok uzaklarda öyle değil mi? Peki bu sene hangi alışveriş merkezinde, indirimi kovaladınız? Yeni sezon ürün almak zorunda kalınca yaşadığınız yeni ürün alabilme mutluluğu muydu yoksa kredi kartının şişmesinin verdiği ağırlık mı?
Şimdilerde aradığınız çözüm; herkesin ikinci bir iş hatta üçüncü bir iş ile kaynaklarını arttırmak üzere, bir insanın iki veya üç insanlık performans göstererek çalışıp kazanması mı? Peki böyle yaparken ülkedeki diğer iş ihtiyacındaki insanlara haksızlık ettiğinizi düşünüyor musunuz? Veya diğer insanlardan banane diyecek kadar duygularınız öldü mü?
Ruhsal çöküntünün toplumda asık yüzleri arttırdığı ve kişilerin birbirine toleransının yok olma düzeyinde azaldığını görünce, tepkiniz sizden başkalarını suçlamak yönünde mi oluyor?
Şapkamızı önümüze koymayı becerebilirsek; yaptıklarımızın sorumluluğunu alabilirsek, biraz mütevazi olmayı öğrenebiliriz. Bir zamanlar başkalarına küçülmüş gelen giysileri bize getirdiklerinde ben memnun olurken; çocuklarımda alamadığımız hissi ile eziklik oluşmuş ise, ya ben doğru anlatamamışım ya da etrafın tepkilerinden etkilenmişlerdir. Herkes kendi kullanmadığını, ihtiyacı olanın ulaşabilmesi adına bir yöntem geliştirmeli bu milli sorumluluk duygusu ile yapılmalı… gelen zamların ardında birçok neden olsa da;bizlerin har vurup harman savurduğu alanlardan sadece kendimiz sorumluyuz. Bu noktada bazı genç gönüllülerin muhteşem çalışmalarını duyuyorum… İnternet üzerinden ihtiyacı olana kargo ödemeli ürünleri yollayabiliyorlar, hatta bazen mobilyalar dahi bu şekilde ihtiyaç sahiplerine nakil ücreti karşılığı gönderiliyor. İşte o insanlar geceleri vicdanen rahatça uyuyabiliyorlar.
Çevremizde tanımadığımız insanlardan dahi sorumluyuz, banane deyip her geçtiğimiz olay bir şekilde dönüp bizi tekrar bulur, taa ki biz o konuda terbiye olana dek… İnsanlardan sürekli duyuyorum, neden hep beni buluyor böyle şeyler diye… Ne zaman kapımızı, penceremizi, gözlerimizi açıp diğer insanlarla eşdeğer olduğumuzu farkedeceğiz, işte o zaman nasıl böyle şanslı olabildim cümlesini yüreğimizin derinliklerinde hissederek söyleyebileceğiz….
Toplum bilincini uyandırmak üzere ‘komşusu açken, tok yatan bizden değildir’. Geçmişte dudak büktüğümüz , hatta anlamını dahi kavramakta güçlük çektiğimiz, halının altına süpürdüklerimizi yüzeye çıkarma vaktidir. Hepimize; birbirimize televizyon izlemeye gittiğimiz günlerdeki sıcak dostluk içinde, sobada kestane pişirilen mis gibi portakal kabuğu kokuları dolu bir kış diliyorum

içimizden biri...

06 Eylül 2018, 10:47
Bu makale 2579 kez okundu
İçimizden Biri…
Nafiye Ç. Özdemir
Eski bir binada apartman görevlisi iken; binanın müteahhite verilmesiyle işinden olduğunda; müteahhit tarafından inşaata kahya olarak işe alınmış, inşaat bitiminde ise yeni binada tekrardan apartman görevlisi olacağı sözü verilmiş.. O sırada kızını evlendirmiş, oğlunu askere yollamış, bir yandan da para biriktirip, ev bark sahibi olmak üzere borçlandıklarından, hanımı da gündeliğe gidiyormuş… Yenilenen binada söz verildiği gibi başlamış çalışmaya, bir vesileyle tanıdığım hanımı oğlu askerden geldiğinde dua okutmak üzere eş dost toplarken beni de çağırınca kalkıp gittim. Yeni bina ya; biraz daha insancıl yaşam alanı yaratılmış; iki yatak odası, ufak bir banyo, salona açık mutfak… Bina girişinde kapıları, bina sakinleri kapılarını çalınca açtıklarında mahremiyet alanları yok, salonda misafir mi var yemek mi yiyorlar, televizyon mu izliyorlar kapı ağzından ortadalar…
İşleri ve eskisinden daha kabul edilir başlarını sokacakları bir evleri olduğundan şükrederek çalışıp yaşıyorlar…Oğulları askerden dönünce, evlendirme fasıllları, eh ele güne malum eksik adet kalmasın misali girilen borçlar…
Ardından geline iş yeri açmak için; güç bela aldıkları arabayı satıp sermaye yapıyorlar. Nasılsa karı koca çalışıyorlar, elbette toparlarlar… Yeter ki Allah hastalık vermesin derken…. Bir sabah gazete, ekmek servisinde uyanamıyor… kapı yumruklanarak yataktan zıplıyorlar, bir daire sahibi sayıp sövüyor… iki aylık tazminatı ödenip kapı önüne konuyorlar…
Adamcağız akrabaları sayesinde hesaplı bir mahallede kiraya taşınıyor, eşi gündeliğe gitmeyi sürdürürken; o da bir manavın yanında işe başlıyor.
Tabii bir de arka plan öyküsü var ki; ibret olsun diye yazmak vazifem. Tahmin eder misiniz bilemiyorum, böyle tek bir sebeple işten çıkarılası acımasızlıkta mı insanlar? Niçin yuvasının geçimi için çalışan biriyle uğraşılır? Genelde mobbing sözcüğüne aşina olduk… Personelin bir şekilde rahatsız edilmesini kapsayan bir sözcük ki; sadece filmlerde izleyebiliriz sanmayalım. Artık sadece kadın çalışanlar değil, erkek çalışanlar da rahatsız ediliyor.
Herkes yüksek katlı, koca mahalle gibi binalarda oturmuyor elbette… Ancak insani vazifemiz görüyorum.
Hani onun bunun dedikodusunu yaparlar, sıradan bir sohbetten kendilerince türlü manalar çıkarırlar. Rica ediyorum, hayatları dizilerle karıştırmayın. Onlar uç noktalarda toplumun yaralı noktalarını vurgulamak ve izlenme oranı arttırmak uğruna, o dizilerde oynayan karakterlerle kendinizi özdeşleştirmeyin lütfen. Sadece ibret alın ve aklınızın ucundan geçmesi imkansız hallerle karşılaşabilme olasılığınıza karşı dikkatli olun.
Hep derler ya; Allah iyilerle karşılaştırsın… Ancak bu tür olaylarla iyilerin değeri bilinir olabildiğinden de şöyle derler; bir musibet bin nasihatten iyidir.
Hak yiyenlerden olmayın ki; sizden sonra gelen nesillere de başınız dik olsun.