İstanbulluların bir çoğu; İstanbul´ u çok yaşayamadan yaşayıp gidiyorken, farklı şehir ve ülkelerden gelenler, daha fazla yer gezebiliyorlar. Çoğunlukla sabahın köründe şehrin bir ucundan diğerine işe, okula yola çıkıyor,yoğun trafiğe, tıkış tıkış toplu taşıma araçlarında tanımadığı bir dolu yabancıyla dip dibe yolculuk ederken, kulağında müzik, elinde kitap varacağı noktaya dek zamanı değerlendirmeye çalışıyorken,araçlarıyla yolculuk edenleri kendilerine göre şanslı sanıyor. Düşünsenize aracınız olduğunda gerçekten şanslı mısınız? Park sorunu veya kaza, arıza yaşamasanız dahi, yol boyu dikkatinizi araç kullanmaya vermeniz gerektiğinden kitap okuyabilmeniz mümkün değil ve dur kalklarla, gaz fren derken bacaklarınızda ve oturmaktan omurlarınızda, direksiyon tutmaktan kollarınızda kronikleşen ağrılarınız oluşuyor. Özel şoförü olanlar bir nebze daha şanslı gibi görünse de, yol boyu telefon görüşmeleri, medya takibi, internet üzerinden iş kovalayış mecburiyetleri ile köprüden geçerken, boğazı izleme lüksleri pek yok gibi…
Apartman görevlileri, sabah ekmek/ gazete servisi, ardından bina temizliği, bahçe bakımı, öğle ekmek servisi, filanca dairenin acil ihtiyacı veya sorununu çözmek, akşam çöp toplamakla, arada yöneticinin direktiflerini yerine getirmekle akşamı ediyorlar. Trafik kaosu dışında yaşamlarını sürdürürken, kira dertleri yok, ancak 24 saat bina sakinleri yani işverenleriyle burun buruna yaşamak durumundalar.
Gündeliğe giden kadınlar, her gün başka bir evi veya işyerini, baştan aşağı temizlemek için trafik keşmekeşinde yolculuk edenleri dönüş yolunda ellerinde poşetleri, yüzlerindeki yorgunluklarıyla tanırsınız, uyuyor taklidi yapmayan gençlerden biri, kalkıp yer verir de eve dönüşüne dek kadın bir nebze dinlenir.
İstanbul 24 saat yaşayan bir şehirdir. Çalışma saatleri vardiyalar ile değişken uyku saatlerine alışmak mümkün müdür, bir insandan nasıl bir performans beklenir? Vardiyalı çalışanlara örnek güvenlik görevlileri, hani şu avm´ler, siteler, plazalar, havaalanları girişlerinde saatlerce dikilip aracınızı, üzerinizde güvenliği tehdit edecek bir şey var mı diye aramakla sorumlu, aslında masum halkı ve mülkleri art niyetli kişilere karşı caydırıcı olması amaçlanarak oluşturulmuş sektörde çalışanlar, gece vardiyası sonrası şehrin gürültüsünde gündüz uyumayı nasıl başarır? Üstelik tek maaş geçinmeye yetmediğinden, 8 saat vardiya sonrası herhangi bir yan gelir için, ikinci bir iş yapanları da çokçadır.
Yollarda, kent içine girişi iş trafiği saatleri harici tutulan, hafriyat kamyonlarına yenilenen binaların artışı ile çok sık rastlar olduk. Onları kullanan sürücüleri, inşaatlardan alınan yıkıntıları şehir dışında bir yerlere boşaltıyorlar ve gün boyu inşaat tozu soluyorlar.
Eskiden iş trafiği sabah ve akşam saatleriyle sınırlıyken, gün ortası işe gidenler pek yokken, şimdi herkes değişik saatlerde iş için şehri turluyor.
Farklı okullarda, branş derslerine giren eğitmenler, bir gün içinde 2 veya 3 ayrı bölgede okula gitmek için sürekli yollardalar.
Okul ve iş yerlerine servislerini sabah ve akşam trafiği harici, gün ortasında farklı bir iş kolunda hizmet verirken görmeniz artık çok doğal.
Ev hanımları; ailelerine katkı olsun diye eskiden beri dantel, örgü örerek yan gelir edinirlerken, kapı kapı kozmetik ürün satanlarına, kermeslere veya ürün tanıtım ve promosyon dağıtımlarına katılanlarına çok sık rastlayabiliyoruz.
İki üniversite bitirmiş, eğitim aldığı alanda çalışamamış, mesleki kurslarla yeni iş imkanı arayışlarında olanlarla da karşılaşmak mümkün.
Herkes yollarda, her saat toplu taşıma araçları dolu, onları kullananlar da trafikle cebelleşirken, bir de taşıdıkları candan sorumlu.
Fırınlar çeşit çeşit ürün yelpazeleriyle, normal ekmek dışında, sabah işe gidenlere sandviçten, kek, börek, pasta çeşitleriyle pastanelerle rekabet içindeler…
Bu yaz sıcağında, işinden şikayet edenlerimiz bir fırın çalışanı olmak ister miydik? Bütün gün ayakta gelen giden müşterilere güler yüzle, hizmet veren garsonlardan olmayı başarabilir miydik? Her ne işle meşgulsek, başkasının işini küçümsemek veya daha iyi olduğunu sanarak imrenmeden önce, her insanın hayatının iyi ve kötü yanları bir arada barındırdığını, sorumluluğuna göre stresini arttırdığını hatırlayalım, kendi halimizdeki can sıkıcı yanlarını nasıl iyileştirebilmemiz mümkün olur ve aslında üzerinde düşünmediğimiz avantajlı yanlarına hamd etmeyi hatırlayalım.
Koskoca şehirde, çöp kamyonlarıyla, çöplerimizi toplayanları düşünürsek, bizleri çöp yığınında yaşamaktan kurtarırlarken, nasıl zor bir meslek grubunda olduklarını düşünmeden duramıyorum. Koku duyuları dumura mı uğramıştır? Çöp kamyonunun ardında ne yürümek isteriz ne de aracımızla arkasında kalmak, halbuki çöp konteynırlarını boşaltanlar, kamyonun ardında üniformaları, eldivenleri olsa da ağız ve burunlarını kapatan bir maskeleri olmaksızın saatlerle çalışmaktadırlar.
Biraz keyifli olduğunu düşündüğüm park ve bahçelerde çalışanlarımız, en azından toprakla uğraşmaktadırlar, çevreyi güzelleştirmekten bizlerin gezinirken aldığımız keyfi alırlar mı bilemiyorum, en azından toprakla uğraşıyor olmanın sağlıklı yanından yararlanabiliyorlar.
Her ne işle uğraşıyor olursak olalım, karşılaştığımız kişiler de hangi meslek dalından olurlarsa olsunlar, herkesin en az bizler kadar sorunlara sahip olduğunu hatırlayarak, saygı ve sevgi içinde davranmayı insanlığa borçluyuz.
Koşturmacası içinde, hayata kızgın, kırgın olanlarımızın, anlık öfke patlamaları sıcaklarla artabiliyor. Farklı düşünceler ve davranışlar karşısında hoşgörümüzü yitirmektense, özellikle böyle anlarda hatırlayalım, hepimiz doğduk ve öleceğiz. Arada yaşamımız bazen derslerle, bazen tatlı tatsız anılarla dolacak. O halde diğerlerimizle hemfikir olmasak dahi, bir arada huzur içinde yaşayabilmeyi başarabiliriz. An be an sevgiyi, saygıyı, huzuru ve barışı arttırabilmeyi başarabildiğimiz günlerimiz olsun.