20 Eylül 2015 Pazar

Yaşamdan bir kesit İstanbulluların bir çoğu; İstanbul´ u çok yaşayamadan yaşayıp gidiyorken, farklı şehir ve ülkelerden gelenler, daha fazla yer gezebiliyorlar. İstanbulgundemi.net yayın tarihi: 18.9.2015 23:24:02

İstanbulluların bir çoğu; İstanbul´ u çok yaşayamadan yaşayıp gidiyorken, farklı şehir ve ülkelerden gelenler, daha fazla yer gezebiliyorlar. Çoğunlukla sabahın köründe şehrin bir ucundan diğerine işe, okula yola çıkıyor,yoğun trafiğe, tıkış tıkış toplu taşıma araçlarında tanımadığı bir dolu yabancıyla dip dibe yolculuk ederken, kulağında müzik, elinde kitap varacağı noktaya dek zamanı değerlendirmeye çalışıyorken,araçlarıyla yolculuk edenleri kendilerine göre şanslı sanıyor. Düşünsenize aracınız olduğunda gerçekten şanslı mısınız? Park sorunu veya kaza, arıza yaşamasanız dahi, yol boyu dikkatinizi araç kullanmaya vermeniz gerektiğinden kitap okuyabilmeniz mümkün değil ve dur kalklarla, gaz fren derken bacaklarınızda ve oturmaktan omurlarınızda, direksiyon tutmaktan kollarınızda kronikleşen ağrılarınız oluşuyor. Özel şoförü olanlar bir nebze daha şanslı gibi görünse de, yol boyu telefon görüşmeleri, medya takibi, internet üzerinden iş kovalayış mecburiyetleri ile köprüden geçerken, boğazı izleme lüksleri pek yok gibi…
 
Apartman görevlileri, sabah ekmek/ gazete servisi, ardından bina temizliği, bahçe bakımı, öğle ekmek servisi, filanca dairenin acil ihtiyacı veya sorununu çözmek, akşam çöp toplamakla, arada yöneticinin direktiflerini yerine getirmekle akşamı ediyorlar. Trafik kaosu dışında yaşamlarını sürdürürken, kira dertleri yok, ancak 24 saat bina sakinleri yani işverenleriyle burun buruna yaşamak durumundalar. 
 
Gündeliğe giden kadınlar, her gün başka bir evi veya işyerini, baştan aşağı temizlemek için trafik keşmekeşinde yolculuk edenleri dönüş yolunda ellerinde poşetleri, yüzlerindeki yorgunluklarıyla tanırsınız, uyuyor taklidi yapmayan gençlerden biri, kalkıp yer verir de eve dönüşüne dek kadın bir nebze dinlenir.
 
İstanbul 24 saat yaşayan bir şehirdir. Çalışma saatleri vardiyalar ile değişken uyku saatlerine alışmak mümkün müdür, bir insandan nasıl bir performans beklenir? Vardiyalı çalışanlara örnek güvenlik görevlileri, hani şu avm´ler, siteler, plazalar, havaalanları girişlerinde saatlerce dikilip aracınızı, üzerinizde güvenliği tehdit edecek bir şey var mı diye aramakla sorumlu, aslında masum halkı ve mülkleri art niyetli kişilere karşı caydırıcı olması amaçlanarak oluşturulmuş sektörde çalışanlar, gece vardiyası sonrası şehrin gürültüsünde gündüz uyumayı nasıl başarır? Üstelik tek maaş geçinmeye yetmediğinden, 8 saat vardiya sonrası herhangi bir yan gelir için, ikinci bir iş yapanları da çokçadır.
 
Yollarda, kent içine girişi iş trafiği saatleri harici tutulan, hafriyat kamyonlarına yenilenen binaların artışı ile çok sık rastlar olduk. Onları kullanan sürücüleri, inşaatlardan alınan yıkıntıları şehir dışında bir yerlere boşaltıyorlar ve gün boyu inşaat tozu soluyorlar.
 
Eskiden iş trafiği sabah ve akşam saatleriyle sınırlıyken, gün ortası işe gidenler pek yokken, şimdi herkes değişik saatlerde iş için şehri turluyor.
 
Farklı okullarda, branş derslerine giren eğitmenler, bir gün içinde 2 veya 3 ayrı bölgede okula gitmek için sürekli yollardalar.
 
Okul ve iş yerlerine servislerini sabah ve akşam trafiği harici, gün ortasında farklı bir iş kolunda hizmet verirken görmeniz artık çok doğal.
 
Ev hanımları; ailelerine katkı olsun diye eskiden beri dantel, örgü örerek yan gelir edinirlerken, kapı kapı kozmetik ürün satanlarına, kermeslere veya ürün tanıtım ve promosyon dağıtımlarına katılanlarına çok sık rastlayabiliyoruz.
 
İki üniversite bitirmiş, eğitim aldığı alanda çalışamamış, mesleki kurslarla yeni iş imkanı arayışlarında olanlarla da karşılaşmak mümkün.
 
Herkes yollarda, her saat toplu taşıma araçları dolu, onları kullananlar da trafikle cebelleşirken, bir de taşıdıkları candan sorumlu. 
 
Fırınlar çeşit çeşit ürün yelpazeleriyle, normal ekmek dışında, sabah işe gidenlere sandviçten, kek, börek, pasta çeşitleriyle pastanelerle rekabet içindeler… 
 
Bu yaz sıcağında, işinden şikayet edenlerimiz bir fırın çalışanı olmak ister miydik? Bütün gün ayakta gelen giden müşterilere güler yüzle, hizmet veren garsonlardan olmayı başarabilir miydik? Her ne işle meşgulsek, başkasının işini küçümsemek veya daha iyi olduğunu sanarak imrenmeden önce, her insanın hayatının iyi ve kötü yanları bir arada barındırdığını, sorumluluğuna göre stresini arttırdığını hatırlayalım, kendi halimizdeki can sıkıcı yanlarını nasıl iyileştirebilmemiz mümkün olur ve aslında üzerinde düşünmediğimiz avantajlı yanlarına hamd etmeyi hatırlayalım.
 
Koskoca şehirde, çöp kamyonlarıyla, çöplerimizi toplayanları düşünürsek, bizleri çöp yığınında yaşamaktan kurtarırlarken, nasıl zor bir meslek grubunda olduklarını düşünmeden duramıyorum. Koku duyuları dumura mı uğramıştır? Çöp kamyonunun ardında ne yürümek isteriz ne de aracımızla arkasında kalmak, halbuki çöp konteynırlarını boşaltanlar, kamyonun ardında üniformaları, eldivenleri olsa da ağız ve burunlarını kapatan bir maskeleri olmaksızın saatlerle çalışmaktadırlar.
 
Biraz keyifli olduğunu düşündüğüm park ve bahçelerde çalışanlarımız, en azından toprakla uğraşmaktadırlar, çevreyi güzelleştirmekten bizlerin gezinirken aldığımız keyfi alırlar mı bilemiyorum, en azından toprakla uğraşıyor olmanın sağlıklı yanından yararlanabiliyorlar.
 
Her ne işle uğraşıyor olursak olalım, karşılaştığımız kişiler de hangi meslek dalından olurlarsa olsunlar, herkesin en az bizler kadar sorunlara sahip olduğunu hatırlayarak, saygı ve sevgi içinde davranmayı insanlığa borçluyuz. 
 
Koşturmacası içinde, hayata kızgın, kırgın olanlarımızın, anlık öfke patlamaları sıcaklarla artabiliyor. Farklı düşünceler ve davranışlar karşısında hoşgörümüzü yitirmektense, özellikle böyle anlarda hatırlayalım, hepimiz doğduk ve öleceğiz. Arada yaşamımız bazen derslerle, bazen tatlı tatsız anılarla dolacak. O halde diğerlerimizle hemfikir olmasak dahi, bir arada huzur içinde yaşayabilmeyi başarabiliriz. An be an sevgiyi, saygıyı, huzuru ve barışı arttırabilmeyi başarabildiğimiz günlerimiz olsun.
 

15 Eylül 2015 Salı

Biz Türkiyeliyiz! 14 Eylül 2015, ...http://www.boluolay.com/biz-turkiyeliyiz-makale,1856.html yayınlanan makalem

Merhaba demek istiyorum. Hepimiz için çok değerli bir sözcük. Farsça ‘benden size zarar gelmez’ anlamı taşıdığından, dilimize yerleşmiş anlamlı bir söz.
Mesleki eğitimlerim bütüncül destek terapi metodları üzerinedir. Yurdumuzda sıkça nesilden nesile aktarılan bilgilerine ek, bir takım değişik coğrafi bölgelerin şifa sistemlerinden bir derleme ve hekim önerileriyle ve kişilerin sağlıklarını koruma üzerine uygulamalar ki, bizler aslında pek sağlığımız önemsemeyen, bana bir şey olmazcı bir yapıya sahibizdir de makine teklemeye başlayınca da, kimden ne duyarsak denemeye meraklıyızdır, o arada doktora da gideriz, artık fark ettiyseniz, eski sistem yok, bakkaldan ekmek alırcasına, kafamıza göre eczaneden ilaç alamıyoruz. İlaç sektörünü baltalayan bu uygulama, bizlerin gerçekten ilaca ihtiyacımız olup kullanacağımız gün, o ilaçlardan gerçekten faydalanmamız adına güzel bir önlem. İnsanlar sağlıklı, dengeli beslendiğinde, nefes almaya ve su içimine özen gösterdiğinde, biraz düzenli sadece yürüyüş dahi yapsa, endişeler, korkular yerine içsel ve çevresel huzurunu besleyen tutumlar içinde olsa, nezle dahi olmadan yaşlanabiliyorlar.
Elbette ülkemizde ve dünyada yaşanan tatsız olaylara duyarsız kalabilmemiz mümkün olmadığından, bizler de evlerde televizyon, araçlarda radyo, iş yerlerinde, yollarda internet üzerinden sürekli bir haber takip etme alışkanlığı geliştirdiğimiz fark ettiğimde ve her şiddet olaylarından etkilenmemin akabinde bağışıklık sistemimin zayıfladığını fark ettiğimde kendimce bir takım önlemler almıştım. Önce gazete okumayı, sonra televizyon izlemeyi bırakmıştım. Hayat duymak ve görmek istemediklerini, mutlak duyurur ve gösterirmiş.
Nereye gitsem ülkenin durumu, o gün kaç şehit verdiğimiz, devletin ve hükümetin hali konuşuluyor. Etkilenmemek ve kendini soyutlayabilmek mümkün değil, en iyisi önlem almak diyerek, grip aşısı oldum. Kendim için bir şey yapamıyorsam, nasıl başkaları için bir şey yapabilirim ki? Tabii tereddütlerim var gerçekten faydalı bir şey mi yaptım? Doğal destek terapiler üzerine onca öğrendiğimden sonra, sağlıklı halimin devamı için gerçekten şart mıydı? Ne kadar öğrenirsek, o denli bir şey bilmediğimizin farkına varıyoruz. O nedenle konusunda uzmanlaşmış kişilere güvenmeyi seçmeliyiz. Bu bence iç yüzünü bilemediğimiz her konuda uygulamamız gereken bir yöntem. Her konu bir buzul gibidir biz yüzeyini görebilirken, altında çok daha devasa bir bilinmezlik barındırır.
Bugün bir emlakçi bey hanımının, fizyoterapi görürken, rahatsızlandığını ve hastaneye götürdüklerinde, fizik tedavinin bağırsak sistemini harekete geçirdiğinden rahatsızlandığını anlattı. O sırada yanımızda bulunan hemşire ve doktor eşiyle aynı anda söze başladık; ‘Tedaviniz esnasında lütfen uzmanınıza güvenin, ilk ağız ağrısı da denilen, sistemin alışageldiği hale, yapılan uyarıya tepki vermesi doğaldır. Sabır gösterdiğinizde artan sorunların, dipte tortulanan rahatsızlığın iyileşme sürecindeki hareketlenmesinden kaynaklandığını bizzat deneyimleyeceksiniz.’ Elbette herkes iyileşirken başka bir rahatsızlık yaşamadan, ilacımı içeyim hayatımda hiçbir şeyi değiştirmeyeyim, ilaç ta bedenimde tepkime oluşturmadan beni hoop iyileştirsin ister. Ancak siz uzun zaman bedenin imdat çığlıklarını duymazdan geldiğiniz gibi, gelinen noktadan geri dönüş sürecinizde de aynısını yapabilirsiniz.
İşte 40 seneye yakındır, toplumun iyileştirmek için el ele vermediği, her sorun da tıpkı bedenimizde büyümesine göz yumduğumuz hastalıklar gibidir. Hastalıklar, tedavi esnasında nasıl ki iyileşmeye yüz tuttuğunda, bedende farklı oluşumlar baş gösterir aynısı toplum içindeki sıkıntıların giderilmesi sürecinde de yaşanıyor, lütfen hangi siyasi görüşte olursak olalım, bizler vatanımızı gerçekten seven insanlarız. Ata’mızın sözündeki gibi; Tüm o farklı hesaplardaki dış mihrakların oyunlarına rağmen, bir olmayı başarabilir ve vatanımıza barışı, ırk, dil, din ayrımı olmaksızın bir arada huzur içinde yaşayabiliriz.
Geçende Cuma namazı saatinde, Sirkeci’ deydim, hava sıcak biraz dinleneyim istedim. Kalabalığın arasında yer bulup oturdum. Gelen geçeni, çevremi izlemeye koyuldum. O kalabalık öyle rengarenk, kimse kimin ne giydiğiyle ne yediğiyle ilgilenmiyor herkes kendi yolunda, Camii’ den hocanın sesi nasıl ahenkli ve huzur vericiydi, kim bilir belki siz de buna benzer bir hisse kapıldınız. Sonra cemaat dağıldı, herkes işine gücüne ve yine o toplum kalabalığında haberler, yaşanan acılar, kayıplar, akşamına bazıları belki bir kahve önünde barış üzerine toplantılar yaptı. Hatta galeyana gelip belki de şehit olan evlatları vuran ellere sövdü…
Ne yana dönseniz bizim evlatlarımız, hani nerelisin deyince Türkiyeliyim diyen sesler duymaya hasretim. Lütfen Hangi şehirde doğmuş olursak olalım, hangi şehirde yaşıyor olursak olalım, hani bu vatan öyle kolay kurulmadı hatırlayalım ve lütfen artık hep bir ağızdan Türkiyeli olalım.
Bu vatan uğruna canlarını verenleri, bizler barış içinde yaşayabilelim diye şehit vermedik mi? Bayram daha bir acıdır yokluğuna alışılamayanların ardından yine de Kurban bayramı’ na girerken, devleti yönetenleriyle, tatile gidenleriyle, bayram seyran demeden ekmek peşinde olanlarıyla tüm ülkem, Ankaralı, İstanbullu, Adanalı, Kayserili, Bolulu, Eskişehirli, Adıyamanlı, Tuncelili, Trabzonlu, Edirneli, Çanakkaleli ve daha satırlar alacak nice şehirlerimiz hep birlikte biz Türkiyeli’ yiz. Tüm Türkiye’mize, barış ve huzur dolu nice bayramlar nasip olmasını diliyorum.