2018’ e girerken çiçekçiden kokina aldınız mı? Gece yarısı kapınızda nar kırdınız mı? Geçen yıl için neler hayal edip, planlamış idiniz ve ne kadarını gerçekleştirmek üzere gayret ettiniz? Hani bazı kişiler her pazartesi için; bu pazartesi diyete başlıyorum derler ve o pazartesi bir türlü gelmez ya acaba içinizden geçenler o gelmeyen pazartesilere mi ertelendi? Neleri risklere rağmen gözünü karartıp deneme cesareti gösterebildiniz?
Şu günümüze dek dünyada her kaşif, her mucit belki de binlerce defa binlerce deneme sonucu elde ettikleri başarılarıyla, günümüzdeki halimizi almamıza vesile oldu. Bunu hatırlayarak, kendinizi o kaşif ve mucitlerden biri gibi hayallerinizi gerçekleştirdiğinizi hayal edin, edin ki zihniniz size bu hayalleri gerçekleştirmek için yollar arasın.
İnsanlarla sesli, görsel iletişimin en son teknoloji harikalarını ceplerimizde taşırken; ne yazık ki en yakınımızdakilerle sohbet edebilme becerimizin gerileyişi dolayısıyla, kullandığımız kelime hazinemiz ve o kelimelerden algıladıklarımız da anlatılmak istenileni kavramaya yetmeyebiliyor..
Birbirimizin bilgi birikimine, deneyimlerine saygı gösterip, dinleme tahammülümüzde de sorunlar arttığı ortada… Trafikte, toplu taşımalarda birbirine yol, yer verenler oldukça azaldı…
Herkes özellikle yabancılara karşı önce ben derken, ailesi içinde azami fedakarlıklarla kendi hayatını çekilmez kılan bir hapishaneye dahi dönüştürebiliyor… Biri diğeri için yaşamaya adamışken ömrünü, diğeri karşısındaki hiçe sayılmış hayata değer vermeyip, mecburmuşçasına beklenti ve taleplerini arttırabiliyor..
Kimileri yorgun, yıpranmış, türlü sağlık sorunları içinde, başını okşayacak, sırtını sıvazlayacak, seni anlıyorum, iyi ki varsın diyecek bir canı sandığının aslında zaten canı olmadığını kendine itiraf etmeye korkarak yaşlanıp bu dünyadan göçüp gidiyor… Kimileri bu örneklerin aksini kanıtlamak istercesine egosal bir açgözlülükle hep bana şeklinde önüne geleni işine geldiği şekilde hiçe sayarak yaşamayı sürdürebiliyor.
Kişilerin hem cinsleriyle, meslektaşlarıyla, aynı medya üzerinde dahi birbirlerine çamur atarak, kendilerini herkesten daha o konunun uzmanı ilan ederek, takipçilerin önünde etik olmadığı halde, birbirlerine hakaret eder hale gelebiliyor olmaları üzücü ancak daha da üzücü olan adabı ve bilgisi ile yazanları da kaale almayışlarıdır. Bu insanlar da bizlerden, birikte yaşıyor, selamlaşıyor, çay kahve içebiliyor, aynı binalarda komşu, aynı otobüste yolcu olabiliyoruz. Bir anda kulaklarına kar suyu kaçmışçasına, sizi tanımazdan gelebiliyorlar.
Halbuki direksiyona geçene dek o kişi dünya tatlısı bir anne veya baba iken, direksiyon başında kaplan kesilebiliyor.. Evden çıkmadan aynada kendine bakıp, bugünkü rolüm kaç kovala saldır diye prova mı yapıyorlar? Bugün kimi daha fazla aşağılayarak, kimi daha çok ezerek kendimi daha ulvi biri olduğuma inandıracağım mı diyorlar? Nasıl bir anda imza günlerinde sayıp, sıraya girebileceğimiz o kişiler taş devrinde imiş gibi davranabiliyorlar? O halde hani daha eğitimli, daha aydın, daha kibar olunan o kamera önü halleri? Nereye kaçtı? Bu kadar rol yapan, bu kadar aşırı makyajlı bin bir yüz insanların yıllar geçince, kimileri hangi yüzleri gerçekti unutmuş yaşlanıp giderlerken, kimileri yollarının bir yerlerinde uyanıp şimdiye dek uğraşılarımın başkalarının alkışları için olduğunu ve beni kendimden uzaklaştırdığını fark ederek, kendi özüme dönüyorum diyebiliyor da..
Bu karmaşada, bir çok kişi doğru sandıkları için koştururken, kimileri koşan da yürüyen de yağmurda aynı oranda ıslanır noktasında yaşayabiliyor. Gençler önceleri ikinci biçimde yaşayanlara biraz çağ dışıymış gibi bakarken, şimdilerde yeniden o duruluğu bulabilme arzusu duyanların çoğaldığını gözlemliyorum. Tek sorun çark dişlilerinin arasından kendilerini sıyırabilmeleri, her yerde yarış, herkeste daha modern daha çağdaş daha konforlu yaşam derken, daha fazla eşya, daha modaya uygun kıyafetler ve daha kabarık kredi borçları, daha iyi bir marka araba, daha iyi bir mevkiide ev, daha iyi bir okulda okutulan çocuklar, hep daha daha… Peki ya bunların hiçbirine sahip olma arzumuz bizi tetiklemese, sadece nefes alırken daha temiz bir gökyüzü daha yeşil bir çevre, daha sevgi ve hoşgörü dolu çevre istesek? Hani hepimiz öleceğiz ya!.. Ölene dek yaşamımızı elbette dünyevi ihtiyaçlarımızı karşılamayı isteyeceğiz. Sadece bunlara çokça odaklandıkça esas yaşamın kaçtığını fark edebilsek te, o çarkın dişlileri altında ezilmekten kaçabilmek mümkün olacak mı?
Haydi gelin ideal yaşam ihtiyaçlarımızı biraz ufak tutalım, daha iyi bir şeyler için fazladan yükler edinmek yerine, biraz doğaçlama; örneğin canınız sıkkın veya başınız ağrırken, komşunuza gülümsemeyi deneyin, başınızın ağrısı hafifleyecek ve evet ağrı kesici kullanmanıza gerek dahi kalmayacak. Bir çeşit yemek eksik koyun sofraya yanına gülümseme katın, varsın bir işi eksik bırakın, çocuğunuzla siz de o yaştaymışçasına yarım saat oyun oynayın, ailece haftada bir toplantı yapın, herkes evin bütçesinden sömestr için planlara dek fikrini söylesin, karnenin durumunu boş verin, siz saçınızı da lütfen süpürge filan etmeyin, yapılabilecekleri basite indirin, herkesin ortak kararı ile görev dağılımı yapın. Samimi olun, işveren, baba, anne, öğretmen kimliklerinizi kapı girişinde bırakın. Hayat inanın böyle çok daha güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder