13 Nisan 2019 Cumartesi

semiology/İŞARET DİLİ ÖĞRENMENİN GEREKLİLİĞİ

12 nisan 2019 tarihinde boluolay gazetesinde yayınlanmıştır.

Değerli okuyucularım; bizleri gelecekte nelerin beklediğini bilemeyiz. Dünyadaki hızlı teknolojik gelişime nasıl ayak uydurmakta zorlanıyor ve yine de çabalıyorsak; içgüdüsel olarak her farklı koşulda hayatta kalma gayretine gireriz ancak, zihnimiz öncesinde sürprizlere hazır olmadığında panikleriz.
Yeni bir şey öğrenmeye başlamak, başlangıçta zorlayıcı olsa da; sürekli ve sıkça tekrar yaptıkça yerleşik kullanılabilir bilgiye dönüşür.
Bugün için sağlıklı yaşam sürenlerimizin devamında başına neler gelebileceği belirsizdir. Bir trafik kazası geçirip aniden uzuvlarımızı kaybedebileceğimiz gibi, işitme veya görme yeteneğimizi yitirebiliriz… Hatta dünya üzerinde kaş yapalım derken göz çıkaran, teknolojik ve biyolojik denemelerde toplu kurbanlar haline de dönüşebiliriz…
Bu korku senaryolarını üretmenin yerine, her duruma hazırlıklı olmak adına, kendimize neleri katabileceğimizi planlayalım mı?
Çocukluğumda sokağa oynamaya çıkmama izin verilmediği zamanlarda, evde tek başıma yetişkinler gibi kitap filan okuyarak oyalanmaktan sıkıldığımda icat ettiğim oyunlar arasında, gözlerim görmese nasıl yaşardım vardı (gözlerimi bir eşarpla bağlar, evin içinde bir yerlere çarpmadan dolaşmayı öğrenmeye çalışırdım), sonra ya kulaklarım duymasaydı ne yaparım diye kulaklarıma pamuk tıkayıp, duymamayı denedim, uğultu sinir bozucuydu ancak yine de duymayı sürdürebiliyordum…Ayna karşısında garip yüz mimikleri yapar, tuhaf sesler çıkarırdım… O zamanlar için oldukça sıra dışı davranışlardı… Şimdi özel eğitimlerde bunlardan daha derin anlamlılarını öğretmekteyiz…
Çocuklarınızda benzeri davranışlar görürseniz lütfen paniklemeyin, onlar sizin unuttuğunuz veya farkına varamadığınız bir takım özel durumlar için hazırlar… Toplumsal koşullandırmalarımızın ötesinde algılayamadığımız engin bir hayat mevcut…
Çevrenizde duyma güçlüğü içinde, işitme cihazı takmayı kabul etmeyen ve devamında kelimeleri dahi unutmaya başlayanlar olmayabilir… Hatta sağır birine dahi rast gelmemiş olabilirsiniz… Bu olmadığı anlamı taşımıyor öyle değil mi? İçimizden birinin hatta kendimizin bu duruma düşmeyeceği anlamı da taşımıyor değil mi?
O halde kendinize ve yakın çevrenize bir iyilikte bulunun. Bunun için belli sayıda sizinle aynı eğitime katılmayı talep eden kişiyi toplayıp imza vererek, muhtarlık bünyenizde dahi eğitim sınıfı açılmasını talep edebilirsiniz. Halk eğitim merkezleri bünyesinde de, baktınız katılmak istediğiniz eğitim yok peşini bırakmayın yazılı talepte bulunun.
İşaret dili henüz ülkemizde yabancı dil kapsamına alınmamış olsa da; çalıştığınız kurum veya firmalarda belli sayıda engelli çalıştırılma zorunluluğu olduğunu ve sizin de bu eğitimi alarak topluma katabileceğiniz değerleri düşünmeniz bile harekete geçeniz için yeterlidir.
Çocuklarınıza da böyle bir farkındalık katmak üzere, birlikte eğitime katılabilirsiniz… Bazen ebeveynler çocuklarıyla ortak paylaşım adına ne yapacakları konusunda ekonomik olarak sıkışıyorlar, illa trend neyse basketbol kursuna, baleye, yüzmeye filan göndermek için koşullarını zorluyorlar… Filanın kızı baleye yazılmış, filanın oğlu karate kursuna gidiyorlarla kendinizi ve çocuklarınızı sınırlamayın.
Geçen bankada sıra beklerken peş peşe üç işitme engellinin işlem yaptırdığını fark ettim… Dudak okuyorlar ve eğitim almış olanlar çoğunlukla kendilerini sesle ifade edebiliyorlar. Banka görevlilerinden biri dahi işaret dili bilmiyordu… Şimdi engelli kim sorarım size? Türkiye koşullarında sağırlar için eğitim koşulları kısıtlı, 3 yaşına dek farkedilip ekonomileri uygunsa ve devlet destek veriyorsa operasyonla belli bir noktaya dek başarılı sonuçlar alanlar olduğunu duydum. Onlar dışında olanaksızlıklara rağmen muhteşem zeki ve yetenekli olduklarını tahmin edersiniz. Biz normal olduğumuzu varsayanlar esas engellileriz gibi görünüyor… Öyle tuhaf korkulara sahibiz ki, kendimizden öyle uzaklaşmışız ki, en önemli biz gibi davranıp görmezden duymazdan gelebildiklerimizi görüp duymaya başladığımızda insanlığımızı yeniden keşfedebiliriz.
Yabancı dil öğrenmesi için kurslara kaydettirdiğimiz çocuklarımızın, o sırada tercihlerini sorsak oyun diyeceklerdir… İstemeden gelecekleri düşünülerek gönderildikleri kurslardan sonra dile yeteneği yok diye kodladığımız çocuklarımızın aslında zamanı geldiğinde ne denli yeteneği olduğuna şaşırırız değil mi? Bugün için gerekli görmediğimiz birçok şeyin de zaman geçince ne denli değerli ve gerekli olduğunu anladığımızda ise dizlerimizi mi döveceğiz? Haydi hemen kendi farklı yeteneklerinizi de keşfetmek ve kişisel gelişiminiz adına ve çevremize sevgiyle katkı olmak üzere işaret dili öğrenmek üzere adım atmaya var mısınız?

3 Nisan 2019 Çarşamba

Önce kendimiz için yaşamak(1 nisan 2019 tarihinde boluolay gazetesinde yayınlanmıştır)

Geçimimizi sağlamak için çalışırız, gönüllü çalışırız, planlar yaparız… Bir anda kendimizi beklenmedik olaylar zincirinde dağılmış buluruz…
İşte ben de son iki ayda böyle deneyimlerden geçtim… Önce dört haftayı bulan solunum yolları rahatsızlığı, ardından sol gözümde oluşan sebebi anlaşılmayan bir kan baloncuğuyla geçen bir hafta, üzerine tam düzeldim derken pazarda bir hanımın pazar arabasına ayağımın takılışıyla ( kadın da arabası düşmesin diye sıkıca yapışınca) yere kapaklanışım tuz biber oldu… Çok şükür ki kırık oluşmamış ve yavaşça iyileşmekteyim. Bu iki ay mecburi görevlerimi yerine önem sırasına göre yerine getirmeyi sürdürmeye gayret ettim ancak gönüllü vazifelerimi ertelemek durumunda kaldım. Bunlar arasında en sevdiğim yazı yazmak da vardı. Yazmayı çok özledim.
İtiraf ediyorum önce kendimi düşünerek kızım, oğlum ve annemle iki gün de olsa şehir dışına kaçıverdik.  Kızım ve oğlum da yoğun tempo içinde çalıştıklarından, uzun zamandır bir arada zaman geçirme fırsatı bulamamıştık. Özellikle benim bir türlü gezebilme fırsatı bulamadığım bölgeyi seçtik, Denizli’ ye gittik…  Yıllardır travertenleri gidip göremedim der dururdum, şimdi ise çok daha fazlası eklendi çünkü Denizli gerçekten hem arkeolojik alanda muazzam eserlere sahip, hem de mağaraları, ve şifalı suları ile geniş bir alana yayılmış, öyle bir iki günde gezilmesi mümkün değil.
Teleferik müthiş bir dik açıyla sizi tepeye çıkarıyor, yükseklik korkunuz varsa bir psikologla önce bu korkunuzu aşmak üzere çalışıp sonra mutlaka deneyimleyin. Kenti tepeden izlemek muhteşem hissettiriyor.
Travertenlere güney kapısından girmenizi öneririm, daha kısa mesafe yürüyerek ulaşırsınız, yürümekte zorlanıyorsanız da; uygun ücretle özel sürücülü araçlar var. Oraya kadar gidince, ayakkabılarınızı çıkarıp taravertenlerde kısa bir yürüyüş yapmak eğlenceli gelecektir. Ardından restore edilen harabelerde oluşturulan müzeleri gezin derim; bin sekiz yüz yıl toprak altında dayanmış, uzman arkeologlar (Pamukkale üniversitesi denetiminde), restore edilmiş, ibriklerden tutun da, mücevherata kadar eserlere hayran olacağınıza eminim.
Yanınıza mutlaka mayo, havlu ve terliklerinizi alın ki; açık antik havuzda yüzebilin… Giriş kişi başı 75 lira, özel bir işletme ilgilendiğinden girişte müze kartınıza diğer yerlerde yapılan yüzde yirmi beş indirimden yararlanamıyorsunuz. Yanınızda yiyecek, içecek taşımamanız konusunda uyarılar mevcut. Travertenlere çıkmadan önce uygun fiyatlı lokantalar da var, göl yanında çay bahçesi de, yine de yanınıza birer şişe su alın derim. Havuzun suyu ılıca, üstelik alt kaynaklardan soda gibi kabarcıkları çıkıyor ve akıyor… Sanırım suların boşa akmasını önlemek ve doğru değerlendirmek için bir düzenek oluşturulmuş. Yapılan yatırım ülkemizde yapılan çalışmaların bardağın boş kısmını görmeye ve eleştirmeye alışık insanların dahi hayranlığını kazandıracağına inanıyorum. Havuz görevliler tarafından sürekli temizleniyor, içinde minik yosunlar oluşmuş kopup su yüzeyinde kirli bir görüntü oluşturmasını böylece engelliyorlar.Havuza gözlükle girdim, su altını TombRider misali gözlemleyerek yüzdüm, kalıntı sütunlar, büyük mermer parçaları arasında, su sadece ufak bir alanda derin diğer taraflarda yürüyerek gezilebilinir.Oluklardan tazyikli akan suda sırt ağrılarınızı hafifletebilirsiniz… Çantalarınız için kilitli dolaplar mevcut, soyunma kabinleri yanında saç kurutma cihazı ve tuvaletler gerçekten tertemiz. Fikrimce çok sıcaklara kalmadan gezin, mart ayında dahi güneş yakabiliyor, hazırlıklı gidin…
Ve Leodikya’ nın yarısını, dizim acımaya başladığı için ne yazık ki gezemedim…. 2003 yılından beri çalışmalarsürüyormuşve daha ayrısı dahi tamamlanmamış koskoca bir kent…
Tripolis ise daha uzun yıllarca kazı çalışmalarının süreceği bir yer gibi göründü…
Gidiş dönüş bizim gibi kısa boşluğu olanlar için iki gün kalmak için dahi değer… Elbette bir hafta ayırabilirseniz çok daha doya doya gezebileceksinizdir.
Başta dediğim gibi önce kendimiz için yaşamayı hep unuturuz, ara sıra hatırlamak bakış açımız ve ruhumuz için faydalı olacaktır. Daha sık kendimiz için yaşamayı başarabileceğimiz günlere…