15 Aralık 2017 Cuma

OYA BAL ÖZEL HABER

Merhabalar; Oya Hanım, mesleğim hakkında merak ettiklerinizi rahat rahat sorun lütfen ki; ben de mümkün olduğu ölçüde açıklayabileyim. Bu fırsatı tanıdığınız için ayrıca çok teşekkür ederim.

-Merhabalar Nafiye Hanım, davetimi kabul etmenize memnun oldum, okuyucularım ve benim için farklı bakış açısı, farklı mesleklerden kişilerle sohbet her daim öğretici ve keyif verici oluyor. Kartvizinizin ön yüzünde ‘Bütüncül Destek Terapiler Uygulayıcısı ve Eğitmeni’ yazıyor. Madem eğitmensiniz niçin uygulayıcı yazıyor da uzmanı yazmıyor. Böyle ayrıntıları hep merak ederim?
-Bu soruya şahsi kanaatimle yanıt vereceğim. Ülkemizde henüz tamamlayıcı destek terapiler alanında bir okul açılmış değil, birkaç çalışma olsa da, bunlar yine branşlaştırılarak yapılıyor, belki kanunlar öyle gerektiriyordur, Bazı ülkelerde varlığını duymuş olmama rağmen onların da, ne kadar kapsamlı olduğunu bilmiyorum. Neden uzman sıfatını kullanmıyorum sorunuza gelince; her uzman yazanın uzman olmayabildiği gibi, uzman yazmayanın da daha az bildiği anlamı taşımadığını belirteyim. Bu tamamen tercih ve bakış açısıdır. Dünyada şifa kolaylaştırıcılığı olarak o denli araştırılıp öğrenilmesi gereken bilgi varken, sadece bir kısmını akılda tutup, öğrendiklerimizin dahi gerektiğinde tekrar kitap karıştırıp hatırlamamız gereken kısımları var iken, ütopik görünebilir size ancak uzman demek artık, o konunun dünyanın her köşesindeki kaynaklarına ulaşmış, her ayrıntılı uygulamayı tamamen özümsemiş anlamı taşıması gerektiği inancındayım. Tam da bu nedenle eğitimini verdiğim her konuda, lütfen aynı eğitimi farklı kişilerden tekrar alarak bilginizi pekiştirin derim. Öğrencinin o an dikkati dağınıktır, tam anlayamamıştır veya eğitmen bir şekilde o konuyu eksik aktarmak durumunda kalmıştır. Bizim mesleğimizde araştırmak, okumak yetmez daha tecrübelilerden her daim eğitim almak ve uygulamalarla tecrübe arttırmak şarttır.
Bütüncül yani tamamlayıcı destek diyoruz çünkü kişi sağlığını korurken veya sağlığını yitirdiğinde geri kazanma çabasındayken sadece tıbbi müdahaleden medet umarak iyileşmeyi beklerken, moral, zaman, yaşam kalitesi gibi birçok konuda zorlanabiliyor. Ancak sağlıklı halimizi korumak veya geri kazanma yolunda; içtiği su kalitesi ve miktarı, nefesini doğru kullanması, yaşına ve sağlık durumuna göre egzersiz programı, uygulamalar esnasında kullanılan  hatta gdo lu gıdalara mecbur bırakıldığımız çağımızda, doğal sıvı destek gıdalar dahi elbette hekimlerin onayıyla eklenebiliyor.
-Peki. Sırayla gidersek; bütüncül destek terapileri bir çatıda nasıl toparlamak mümkün olabilir?
- Özellikle bir hekim, bir özel yaşam koçu, fitoterapi, aromaterapi şeklinde sıralamayı sürdürebiliriz, benzeri birkaç öğretiyi birleştirerek çalışacak uygulayıcılar yetişmesi hayalini kurduğum şekil. Böylece hastalar birkaç yönden bir anda destek alabilecekler. Çünkü hastalar kapı kapı, farklı destek almak için dolaşırlarken, zamanları ve bütçeleri eksilirken, moralleri de bozuluyor. İyileşme gecikebiliyor, o arada ne yazık ki bazen gereksiz ilaç kullanımları ile kendilerine daha da zarar verebiliyorlar.
Örneğin masaj eğitimi, ardından refleksoloji, sonrasında shamballa çok boyutlu şifa enerjileri ve biyoenerji eğitimleri alarak, birlikte kullanarak çalışmanın çok daha faydalı neticelendiğini gözlemledim. Aralarda katıldığım farklı uygulama eğitimleri de var elbette. Bir noktadan sonra, öğrendiklerinizden hangileri kimlere daha faydalı oluyor ise, o şekilde çalışmaya ağırlık vermeyi yeğliyorsunuz. Ayrıca uygulayıcının kişiliği de öğretilerin her birine uygun düşmeyebiliyor, bu hem kendinizi hem de karşınızda birlikte çalıştığınız kişileri tanımakla oluşan bir süreç.
Kişiler size hangi durumlarda müracaat ediyorlar?
Şayet hekim yönlendirmesiyle gelmemişlerse; danışanların öncelikle hekim kontrolünden geçmelerini, hem tahlilerini hem de boyun, omurga röntgenlerini çektirmelerini önermekle sorumlu olduğumuzu belirtmekte yarar var. Kişinin fıtık, tansiyon veya kalp sorunu, pıhtı atma vb. riski var ise soruna uygun  çalışmamız çok önemli. Henüz sağlıklı halimizi korumak üzere haftada bir masaj yaptırma algısı oluşmadığından, ve çoğu insan için asgari geçim standartlarının geçerli olduğu ülkemizde ne yazık ki, düzenli seans almak lüks sayılıyor. Elbette zamanla hekim önerisiyle reçetelendirilerek belli oranda seans alınabilmesi de mümkün olacaktır. Kişiler en çok tüm yolları denedik, bir de sizinle deneyelim noktasında bana geliyorlar. Birincisi iyileşmeye karşı inançlarını yitirme noktasında geliyorlar.
  • Pardon, sözünüzü kesiyorum ancak merak ediyorum, siz doktorların yapamadığı ne yapıyorsunuz da kişilere faydalı oluyorsunuz?
  • Oldukça basit ve hekimlerin yapması beklenilenlerle ilgisi yok, lütfen o şekilde bir kıyaslamaya gidilmesin. Hekimler tıbbi verilerle değerlendirip, gerekli tedavilere yönlendirirler. O tedavi metodlarından bazıları, biyoenerji, refleksoloji, masaj bizim ülkemizde yerini tam bulmamış branşlardır. Yurt dışında bazı ülkelerde duyumlarımıza göre; ilaç kullanımından önce vitamin gibi değerler kontrol edilip desteklenirken aynı anda belli bir süre biyoenerji ardından masaj şeklinde yönlendirilir, akabinde iyileşme yönünde ilerleme sağlanamamışsa tıbbi ilaçlar kullanılmaya başlanılır. Yani anlaşılacağı üzere biz enerji, masaj ve refleksoloji terapistleri aslında hekimlerle birlikte çalıştığımızda hastalar için en ideal şifalanma sisteminin birer parçasını oluşturabiliyoruz.
  • Anlıyorum, peki insanlar meslek seçerken nasıl bir yol izlemeli, nasıl karar vermeli, bu meslekler bir kişinin geçimi için kafi gelir elde etmesine yarıyor mu?
  • En can alıcı noktaya değindiniz. Az önce sözünü ettiğim ideal çalışma imkanlarına yakın çalışma ortamı olan meslektaşımız fazla değil. Örneğin masaj eğitimi 608 saatlik MEB sertifikasıyla sınırlandırılmıştır, ancak daha düzeyli eğitim almak için kişinin, fazladan özel eğitimlere katılarak kendini geliştirmesi gereklidir. Genelde bir an önce meslek edinip para kazanma peşinde iken kişi, bu özel eğitimlere katılamayabiliyor, sonrasında da haftanın altı günü çalışırken, haftada bir gün ancak dinlenme ve özel hayatına ayırabiliyor. Ayrıca iş bulabildikleri yerler genelde spa, hamam, wellness, güzellik salonları tarzında yerler olduğundan yani henüz bazı özel hastaneler dışında iş olanağı oluşmadığından ve ücretlendirmeleri, çalışma koşullarına göre ağır olduğundan, kişiler ileri eğitimlere gitmek yerine sakatlanmalara varan sorunlar edindiklerinden, sigortasız veya yurt dışından gelen meslektaşlara olan rağbetten meslekte uzun yıllar çalışmayı sürdürenler fazla değildir. Bu konularda iyileştirme getirmek üzere yapılan bir takım çalışmalar yapılmaya çalışılıyor, herkes açısından en idealine duacıyız. Refleksoloji alanında da, kısa zamanda bir çok kişi yetiştirildi, bizler yüz küsur saat sadece refleksoloji görmüş iken, şimdilerde iki üç günde yetiştirmek durumunda kalıyoruz. Bir çok kişi için iş imkanı doğduğu doğrudur. Ancak o bir çok kişi ileride kendi sağlıklarını hiçe sayar koşullarda çalışmışlıklarının acısını çekmezler umalım. MEB onayı olmayan belgelerle çalışıyor olmaları da zamanla  sorun oluşturabileceğinden, öncelikle masaj eğitimlerini tamamlayarak, ardından refleksoloji eğitimini önerebilirim. Normalde 608 saatlik eğitimin içeriğinde verilmesi MEB tarafından uygun görülmüşse de; eğitim sınıflarının fiziksel yapısı ve malzeme yetersizliği dolayısıyla bu ve benzeri eğitimler özelde verilmeye başlanılmıştır. İki günlük eğitimlerin bin lira ve üstünde olmalarını göz önüne alırsak, mesleğe yeni başlamış kişilerin zaten asgari ücret, yemek ve yol şeklinde oluşan ücretlendirmesi ile bu eğitimlere bütçe ayırabilmeleri çok zor akabinde verdikleri eğitim rakamlarından kazanç sağlamaları da bir o kadar zordur. Bazı yerlerde maaş alma sorunu yaşayıp işi bırakmak, sonra yenisini bulup tekrar maaşını alamamış arkadaşlarımıza rastlamaktayız. Halbuki uluslararası yarışmalarda dahi masör/masöz bulundurma koşulu getirilmiştir. Ne yazık ki sponsor olan firmalar sadece yarışma günleriyle sınırlı çalıştırmayı yeğlemektedir. Yani bir günlük sigorta giriş çıkışıyla cüzi bir rakam ödemektedirler. Umarız belediyelerimiz sosyal tesislerde zamanla ihtiyacı fark ederek normal halkın faydalanabileceği şekilde, örnek teşkil ederek ideal çalışma koşullarında düzenlenmiş iş imkanı sunacaklardır. Böylece sağlıklarını korumaya yönlendirilen bilinçli kişi sayısı arttıkça, sağlık bakanlığı da, devlet hastanelerinde masör/masöz/refleksolog çalıştırmayı daha ciddiye alabilir, hem zamanla ilaçla tedaviden önce sağlıklı hali korumak birinci derece değerine kavuşur, hem de tedavileri desteklemiş olur. Aynı durum biyoenerji uygulamaları için de geçerlidir. Birçok kişi biyoenerji eğitimi vererek, halk içinde şifa kolaylaştırıcıları oluşmasına katkı sağlamaya çalışıyor. Ancak yine iki günde verilen belgelerle, kişilerin enerji terapisti yeterliliği söz konusu olabiliyor mudur tartışmaya açık bir hal. Enerji konusunda kopyala yapıştır bilgilerin sosyal medyada yoğun şekilde dolaştığı, dolayısıyla herkesin kendi algısınca fikir edindiği gibi, bu iki günlük eğitimlerle kişiler yine algıları ölçüsünde bir yol edinmektedirler. Bizler de önce böyle iki günlük eğitimler, uyumlamalardan geçtik, sonrasında 2 yıl düzenli tüm eğitimlerde üstün körü değinilen kişilerin işine geldiği kadarını aldığı uygulamaları gerçekleştirmek üzere haftada 1 günümüzü ayırarak farkındalık seviyemizi yükseltmeye gayret ettik. Birkaç isim yapmış kişi için seans ücretleri yüksek olmakla birlikte, onların da farklı kaynakları olmadıkça rahat edecekleri bir gelir düzeyine eriştikleri söylenemez.
  • Çok ilginç mesleğinizi severek yaptığınızı biliyorum, ancak maddi getirisi olmayan bir işe gönül verenlere bakış açım iyice değişti. Böyle zorlu sürekli insan memnuniyetiyle bağlantılı, ve kıymeti anlaşılamamış bir mesleği kimler niçin seçsin buna yanıt verebilir misiniz?

     
  • Hepimizin ailesinde sağlık sebebiyle yitirdiklerimiz vardır, çaresiz izleyici kalmışızdır. Benim duam, insanlara faydalı olabilmek adına neler öğrenip uygulayabilirim idi. Açıkçası duam yüksek kazanç elde etmek olmadı, bolluk berekete bakış açım; aldığım nefesten tad almak, kuşları, ağaçları, renkleri, detayları görmek, suyu yudumlarken şükredebilmek, kahkaha atabilmek, sevdiklerim ve sevenlerimle huzur içinde olabilmek üzerineydi. Elbette maddi geliri yüksek, konformist bir yaşam herkesin hoşuna gider, ancak bu yok bir dervişlik yoluna benzetilebilir. İnsanın faydasına çalışan benzeri uygulamaların tümünü  gerçekleştirenlere şifa kolaylaştırıcısı diyoruz, bir dolu uygulama var, eft, aile dizimi, Access bars, regresyon gibi ve bir çok isimde farklı kanallarla yapılan enerji çalışmaları var, shamballa, reiki gibi ve sürekli bir yenisi ekleniyor, çağımız hızlı bir döngüde yeniye uyumlanmalar ihtiyacı oluşuyor.
-Peki danışanlar neyi nasıl seçeceklerine nasıl karar verecekler?
  • Destekleyici terapilere sıcak bakan hekimlere danışarak ilerlemekte yarar var. Sizi seans olarak mı insan olarak mı ele alıyor karşınızdaki fark edebilirsiniz. Bir hayalim var farklı destek terapilerin tamamını bir çatı altında toplamak, benden öncesinde çok kişi hayal etmiş ancak yaşam koşulları onlara nasip etmemiş, bizler başka neler mümkün? Bundan daha iyi nasıl olur? diyerek devam ediyoruz..
  • Bir yandan tamamlayıcı tıp alanında bilgisayardan faydalanarak, biyorezonans ve benzeri elektrikli aletlerden de destek alarak çalışanlar da var. Elbette insanların kafası biraz karışıyor. Sonuçta hepsi çok ciddi rakamlara mal oluyor ve hiçbiri tek başına mucize değil. Ancak ticari kaygı ile çalışılınca, ürününü satmak, emeğinin karşılığını almak gerekliliği doğuyor. İşte o noktada çalışmalardan beklenti yükseliyorken, bir iki deneyip bu da işe yaramadı diyebiliyor insanlar. Kişi rahatsızlanırken yıllar sürüyor, beden direniyor kendini onarmaya çalışıyor taa ki artık dışardan yardımsız olmayacak deyip imdat sesi yükselene dek… Haftada en az iki seansla düzenli çalışıldığında, kişinin sağlık durumuna göre fayda görme süreci değişkenlik gösterse de, sabırla olumlu sonuçlar alınmaya başlanır. Danışan ve uygulayıcı işbirliği yaparlarsa; işte o noktada kişi yıllarca neleri eksik veya yanlış yapmışsa, onları düzeltmeye başlamalı, bir hap alıp geçsin diye beklemek yerine yeterli su mu içmedi, nefes mi almasında sorun var, hayata bakış açısına mı çalışılmalı, fiziksel aktivite mi gerek inceleyip, yanlışların yerine doğrular yerleştirildikçe hekimin tedavisi yanı sıra düzeltilenler ile yaşam kalitesi yükseltilebilinir ve sağlıklı hal geri kazanılabilinir.

26 Kasım 2017 Pazar

89 yaşında…

2011 yılı sonrası, bir alışkanlık edindik. Teyzem, teyzemin merhum kadim dostunun kızı ile birlikte bayramı beklemeden mezarlık ziyaretleri yapıyoruz. 2011 anneannemi ebedi istirahatgâhına yolcu ettiğimiz yıl… Bu ziyaretler adeta, bizlerin de burada kalıcı olmadığının ispatı niteliği taşıyor… Her günümüzü yarın ölecekmişçesine değerli kılan faaliyetlerle doldurma gayretimiz belki, biraz da bu sebepledir.
Aile, eş dost akraba ziyaretlerine, büyük şehir yaşamı, iş koşturmacası arasında, sık zaman ayıramadığımız için, teyzemler akraba günü diye buluşma günü icat ettikleri halde, o günü dahi uygun olup katılabilenler arasında sıkça yer alamıyorum.
Ancak Ramazan’ da, bu tura katılmayı gerçekten önemsiyorum. Yıllarca ölenlerin cenaze günü dahi, yakınlarının yanlarına eremedim. Başın sağ olsun demek anlamlı gelmedi. Allah Rahmet eylesin demekse haddim görünmedi. Anneannemin defnedilmesi ardından, oluşan kalabalık bir an önce dağılsa diye düşünürken, gece yarısı memleketi kurtaran sohbetleri anlamsız buldum. Bir an önce dağılsa şu kalabalık ta, hayat normale dönse diye düşündüm. O ruh halim ile ilgili, 6 yıl sonunda bugün gözümden yaşlar döküldü… Nihayet biliyorum ki, şifa iki yönlüdür; giden uğurlanır, yaşam devam eder…
Mezarlık ziyaretlerimizi tamamladıktan sonra, anneannemin en eski arkadaşlarından son kalan kişiyi ziyarete gider olduk. İşte bugün, artık 89 yaşım doldu kızım dedi bana… Kendisini hatırladığım ilk çocukluk günlerimden beri, kimseyi incitmemiş, kendi ne derdi olursa olsun, geleni şen şakrak karşılamış, hemen çayını, kahvesini ikram etmiş, sofrasını açmıştır. İki oğlunu da, genç yaşlarında peş peşe kanserden yitirmiş, gelinleri çalışırken, o torunlarına annelik yapmıştır. Ağlayarak yanına giden, neye ağladığını unutur, gülerek ayrılır kapısından… 
Sizlerin de böyle nadir bulunan tanıdıklarınız varsa, arada ziyaret edin. Çünkü sorun zannettiklerimizin, hiç te sorun olmadığını farketmemiz için birer vesiledir. Bugün bizlere, geçen yıl rahatsızlanınca, kimseye yük olamamak adına gittiği, bir ay kaldığı huzurevinin kermesine ördüğü sabunluk ve şallardan hediye etti. 89 yaşında gözünde gözlüğü, örgü örüyor. Anneannem de yaşasa, muhtemelen hala dantel yapıyor olurdu. Ölümü sonrası, dolabında özenle poşetlenmiş, üzerine isimler yazılı, en küçükler için çeyizlikleri bulduğumuzda nasıl hissettiğimizi tahmin edersiniz…  Artık kullanılmıyor bunlar, gözlerine yazık dediğimiz halde… El emeği ile, gelecek kuşakların çeyizini düşünenlerin tamamının ellerini öpüyorum. Artık çağdaşlığımız, çeyiz diye en iyi öğretim koşullarını sağlamak diye doğrucu davutluğumuzla, geçmişten gelen değerleri küçümsediğimiz anlar affola…
Eski insanların, insani değerlerini, o kocaman gönüllerini miras olarak bırakabilmemiz ümidiyle, hepimizin her anının bayram tadında geçmesini diliyorum.

An itibariyle kendinizi değerli hissettiren ödüller oluşturun;

Ev kadınısınızdır; eşiniz ile bütçenizi belirlemiş, yeni çağa uymuş, faturalarınızı otomatik ödemeye vermişsinizdir. Mümkün olduğu ölçüde açık vermeden, ayı tamamlamaya gayret ediyorsunuzdur. Hatta bazen, işte bu ay biraz para arttırdım şu kahve fincanını alsam, yok yok şu bluzu alsam diye ikileme düşmüşken, bir yakınınızın düğünü devreye girer, gram taksak yok yok onlar bize çeyrek taktıydı ah altınları bozdurup, kooperatife peşinat yaptık, borcu bitse bir yerleşsek yine biriktireceğiz o zaman daha kolay olacak diye avutursunuz kendinizi… Tabii böylesi, belli hayat görüşünde kalkınma planları kuran çiftler dışında, eşi mutfak masrafı vermeyip, kadını çalıştırmayıp üzerine maddi, manevi şiddet yaşatanlar da ne yazık ki çokçadır..Erkek arkadaşlarıyla meyhaneye borç takarken, gündeliğe gidip te çocuklarını okutmaya çalışan kadınların da sayısı hiç az değildir…
Çeşitli kültür seviyelerinde olmanız, evde yemek pişmesi, çamaşır yıkanıp, cam silinilmesi gibi standart işleri ortadan kaldırmaz… Hatta öyle bazı statüler vardır ki; dışarıdan gayet önemli mevkii sahibisinizdir de, içeride mesai bitiminde evinizde engelli bir evladınız veya yatalak bir ebeveyniniz olduğundan, esas mesai eve dönüşte başlar. 
Bir yerlerde kendinizi arka planlara atar, hep bir sonraya ertelemeye alışırsınız… Artık mağazalara kendiniz için girdiğiniz zamanlar öyle azalır ki, pazara gidişinizde enucuz tezgahlardan sebze meyve ihtiyacınızı karşılayıp şöye bir dolanmaı dahi kendinize çok görür hale gelmişsinizdir. Zamanınız yoktur, akşam yemeğinde televizyonda izlemeyi umduğunuz dizi yerine, eşinizin maç izleyişini izlersiniz… 
Sonra çocuklarınız büyürler, sizler torunlarınızı yetiştirmekle görevlendirilirsiniz, bayram seyran çocuklar tatile giderken şöyle bir uğrarlar,bazen vicdanlarını susturmak için sizleri de hesaplısından bir yerlere yollarlar, elbette torunlarınızla birlikte…
Sonra bir gün içinizde duymazdan geldiğiniz imdat sesleri atan o canlar canı canınız, ya şeker ya tansiyon ya daha besbeteri bir rahatsızlıkla dikkatinizi çekmek ister. Kendinizi toparlayın da, artık bir zahmet kendinize değer verin diye… Çoğu bu sesi de duymazdan gelir, alışa geldiği biçimde devam eder sonrası şanslıysa çok çekmeden toprak olur…
Kişi kendine değer vermeyi nerede unutmuştur? Nasıl yeniden değer vermeyi hatırlayabilir? Nasıl kendine zararlı alışkanlıklarından arınabilir? Hep dediğimiz gibi; doğru nefes almakla, düzenli su içmek ve hayata olumlu bakış açısı geliştirmek ne kadar yeterlidir? Kişi çoraplarım nerede diye seslenen eşine, kirlideee artık bir zahmet kendininkileri yanında da benimkileri de yıkaaa diyebilmeyi başarsa, hayatı daha iyiye gidebilir mi? Veya bu ay mutfak masrafını gezmeye ve kıyafete yatırmaya karar verdim, bu ay benden bir şey beklemeyin diyen bir anne olabilir mi? Yani üzülerek böyle bazı örneklere rast gelebiliyoruz; babası çocuğunun okul masrafını unutup harcayabiliyor, üstelik bunlar öyle okumamış kenar köşelerde yaşayan adamlardan olsa cahil der kızarsınız, toplum içinde mevkiisiyle saygı görenler içinde, yeni karısıyla senede iki üç tatil yapıp, mahkeme kararıyla kabul ettiği nafakayı zorla ödeyen, evladına arkadaşının yaş gününe gidebilsin, ders kitaplarını alsın veya traş olsun diye para vermeyenler de hep bu erkeklerden çıkıyor ki en üzücü yanı o erkeklerin de bir kadın tarafından doğurulup, yetiştirilmiş oluşudur.
Yazdıklarımı okuyanlardan bir kısmı, her defasında bir konuyu yazsan, kaç hikayeyi tek makaleye sıkıştırmasan daha iyi olur diyorlar, düşüncelerine saygı duyuyorum ancak sürekli an içinde farklı oluşumlarla dönüşürken bir dakika bugün sadece bu noktayı dikkate alacağım diyebilmek hayatın kendisinden uzaklaşmak gibi görünüyor. Şöyle örnekleyeceğim; kızımın ve sonra annemin dairelerini su bastı, o sırada kendim de ufak bir tadilat için keşif yapmaya çalışıyordum ki, zona oluverdim. Ustalara da zona ya da zamana da dur deme lüksüm olmadığından, bir ay içinde hepsinin üstesinden gelmeye niyet ettim. Çocukken; aynı anda el ve ayak tırnaklarını sakın kesme, hem ağlar hem gülersin derlerdi. Tırnak kesme mevzusunu bilmem ancak sırf ağlamaktansa hem ağlayan hem gülen olmayı tercih ederim.
Tüm o güzel gönüllü canla başla, eşleri, çocukları ile birlikte daha güzel günler için türlü fedakarlıklar içinde yaşam mücadelesi veren değerli anne ve babalar ve onların güzel evlatları için yazdım. Her biriniz başkaları farketmese de, çok ama çok değerlisiniz. Lütfen kendinize değer verin, akşam eve girince hızla işe koşmaktansa bir on dakika sırt üstü uzanın veya ayağınızı bir avuç tuz koyduğunuz ılık suda dinlendirin, kendinize moralinizi yükseltecek böyle ufak hediyeler yapın lütfen. Her biriniz buna değersiniz.

Kendine değer vermek nasıl bir şey?


23 Kasım 2017, 11:04
Bu makale 529 kez okundu
Nafiye Ç. Özdemir

Geçen ay sizlerle yazımı paylaşmamın ardından; herkese önerdiklerinin ne kadarını kendin yapıyorsun diye kendime sorup, çok da memnun edici yanıtlar veremeyince; oturup kendim için neler yapmalıyım; neler yapabilirim şeklinde kafamda bir liste hazırladım.
Bütüncül destek terapiler eğitmeni ve uygulayıcısı olarak, herkeste olduğu gibi bizlerde de mesleki sıkıntılar oluşabiliyor. Anında farkedip müdahale şansımız biraz daha yüksek olmakla birlikte, bizler de bedenimizin sesini duymazdan gelebiliyoruz. Bir sabah dişlerimi fırçalarken; aynada gözlerimin içine bakarak, artık kaçamazsın bir an önce yani bugün randevu alarak, egzersiz programına yazılıyorsun diye kendime kararımı bildirdim. Biliyorsunuz ki bilinç altı böyle durumlarda inatçılık etme şansı olmadığını bilir ve kabule geçer. İşte ilk raundu kazanmış idim, araya başka bir konu girmesine fırsat vermeden arayıp randevu aldım. Şansıma o gün talep ettiğim saat uygun koçları vardı. Bedenimiz duruş bozukluklarımızla deforme olduğunda ki; aslında deforme olmasını beklemeden yapmamız gereken bir çalışmadan söz edeceğim. Profesyonel sporcular dahil, bedenen çalışan herkes, ayrıca masa başı çalışanlar ve elbette ev hanımları, gelişim çağında çocuklar dahil hepimizin böyle bir çalışma programıyla kendimize neler katabileceğimizi ve nasıl sorunlar yaşamayı daha başından önleyebileceğimizi biliyor musunuz?
Başınızda gencecik bir fizyoterapist, kocaman gülümseyişiyle motivasyonunuzu yükseltiyorken, bir yandan kout veriyor nefes alın verin, şimdi karnınızı sıkın, şimdi kol kaslarınızı sıkın, omuzlarınızı kaldırmayın, evet çok iyi gidiyorsunuz, süpersiniz… Sadece haftada 2 gün ve yirmi dakika içinde yedi ayrı makine yardımı ile, bedeninizin sorununa uygun ağırlıklar ve uygulamalar ile kaslarınızı güçlendiriyor. Daha ilk seans çıkışınızda daha dik duruyor insan.. Seksen yaşında dahi gelenler var, konu yaşam süresini olabildiğince kaliteli geçirmek.
Benim sorunum sağ ve sol dengeli hareket edemeyişim idi, 1 ay içinde sol tarafım sağ tarafıma yakın güce geldi. Basarken sağıma ağırlık vermeyi bıraktım, sol sağ dengemi kazandım. Belki çok daha ağır sorunlarınız var, her yaş ve her sağlık probleminde kasları güçlendirmek üzere profesyonel destek alıp nerelerde yanlış yapmışız fark edip düzeltmek üzere sizlerin de deneyimlemesini önermek boynumun borcudur. Her il ve ilçe için franchising verebilen bu firma İstanbul’da on küsur senedir faaaliyette.
İnsanlar sorun oluşunca hastaneye, doktora gider ve bir ilaçla veya basit bir tedaviyle sorun çözülsün isterler. Ancak o sağlık problemine sebep olan alışkanlıklarını ortadan kaldırmak üzere yaşamlarını düzeltmeye çalışmazlar. O kadar gittim bir işe yaramadı lafını çokça duyarız.. Yine gitmeyi sürdürürler, yine şikayeti sürdürürler, çözüm var der, önerirsiniz size şüpheyle yaklaşırlar. Kesinlikle alışkanlıklarından ödün vermek istemezler. Eminim sizlerin de çevresinde benzer eş dostlar bolca vardır. Lütfen kendilerine selam ve sevgilerimi iletin. Önce kendileri sonra da sevdikleri için iyi seçimler yapsınlar. Bir egzersiz programına bir an önce yazılsınlar, benim gittiğim yeri merak ederseniz ayrıca mesaj yazarsanız yönlendirme yapabilirim. Yaşadığımız sürece kaliteli yaşamak dileğiyle…

7 Eylül 2017 Perşembe

hayvanlar

Hayvanlar…   bu ve diğer makalelerim boluolaygündem gazetesinde yayınlanmıştır. dolayısıyla herhangi bir kopyalama durumunda hak sahibi olarak yasal işlemlere maruz kalacağınızı belirteyim.

04 Eylül 2017, 12:41
Bu makale 303 kez okundu
Nafiye Ç. Özdemir

Hayvanlar; kimilerine göre sevilen, kimilerine göre ürkülen, kimilerine göre sadece bağ bahçe sahibi isen bakılası, kimilerinin ise hayatının önemli bir parçasıdır.
Siz hangi duygu ve düşünceler içindesiniz? Kendinizi hayvan sever olarak görüp, kebapçıdan içeri girip bir porsiyon kuzu şiş sipariş edenlerden mi? Veya gelenek ve inanç diyerek, her Kurban bayramı kurban kesenlerden mi? Bu ayırımların çok ötesinde, birbirimize ön yargılar olmaksızın yaklaşabilir, iletişim kurabilir miyiz
Geleneklerimizin en değerli kısmıdır, bayramlarda büyükleri ziyaretler, el öpmeler… Modern çağın, bizleri getirdiği noktada ne yazık ki; bayram ile hafta sonu tatilini birleştirip nereye kaçabiliriz, kaç taksitle hangi sahil kentinde konaklarız, ihtiyacına dönüşmüş yaşayanlar giderek artmakta…
Bazılarımız geçim derdine öyle dalmış haldeyiz ki, her gün önünden geçtiğimiz bahçedeki çiçeklerin nasıl renk değiştirdiğini, biri açarken diğerinin solmasını fark edemiyoruz dahi… Veya çevremizde, yaşlananlar ve ölümler hastalıklar oluyor. En önemli bizim yaşadığımızmış gibi, sanki bizim başımıza gelmemeliymiş gibi panikliyor, çaresizliğimizi farketmekten rahatsız oluyoruz…
Hayvanlar, çiçekler basit yaşarlar… Ne ev, ne kariyer, ne yarın için dertlenmezler… Bazı topluluklar ki, bizlerin de kültüründe şu an unutulmuş gibi görünse de var olan, doğayı izlemek, canlıların davranışlarından örnek almak, anda yaşamak vardır…
Kimi insanlar, çiçekleriyle konuşurlar, o çiçekler coşar, nasıl güzelleşirler hayran olursunuz… Bazı insanlar parklarda köpeklerini gezdirirler, köpeğe sonra sahibine bakın yüz ifadeleri neredeyse aynıdır, sevecen, somurtkan, hatta siz de onlardan birisiniz belki… İtiraf ediyorum, ben sizlerden biriyim… Tarantula başta olmak üzere, örümceklerden çekinirken, bir kedi yavrusu görünce, ay sen ne şirin şeysin diye sevmeye başlarım… Sonra evde köfte pişirip, protein almalıyız diyerek afiyetle yerim… Hatta çocuklarım ufakken sokakta birinin köpeğini sevseler, eve girer girmez doğru ellerinizi yıkamaya diye güya hijyen sağlama derdindeydim… O sevdikleri köpeğin başı mı, sıvı sabunların içindeki kimyasallar mı daha zararlıydı? Şimdiye dek doğru diye titizlenerek uyguladığımız birçok kuralımızın, bizlere stres getirmesinin dışında ne sağladığını biri bana açıklayabilirse, düşüncelerimde ve gözlemlerimde rastladığım çelişkilerimizi rafa kaldırabilirim…
Çocukken evcilik oynayanlar, büyümüş dünya yönetiyorlar… Bakış açısı; benim oyuncağım, benim kurallarım… Sonra doğal felaketler yaşanıyor, bizler insani, pardon vicdani yanımızı rahatlatmak adına, bütçemize göre destek vererek vazifemizi yapmış, rahatça uyuyoruz…
Peki, aklım karıştı, niyetim sizin de aklınızı karıştırmak değil, lütfen affınıza sığınıyorum… Şöyle bir değişiklik yapsak, çocuklarımızı alıp Kurban Bayramı’ nda yine aile büyüklerinin ziyaretlerini tamamladıktan sonra, illa tatile gidilecekse gidilsin, ancak bir gün önce veya sonra, o çocuklarla birlikte, bir hayvan barınağı ziyaret edilsin… Koşulları gözlemlenilsin, nasıl yardımcı olunabileceği, çocukları alıp pahalı kurslara yine yazdırın tabii, ancak daha yaşı ufakken böyle toplumun bir parçası olduğu ile ilgili, katkı sağlayabileceği neler yapabilirliği ile ilgili farkındalık kazanma şansı verilse, her yeni nesille, nasıl bambaşka bir toplum haline dönüşürüz, lütfen hayal edin…
Aile büyükleriniz vefat mı ettiler, elbet mezarlık ziyaretlerinizi yine yapın tabii, bir de arada bir huzurevini de ziyaret etseniz, hala hayatta olan hiç tanımadığınız birkaç kişiye merhaba deseniz, bunu yaparken yine çocuklarınızı yanınızda götürseniz nasıl olur?
Daha da fazlası mümkün, belki evlat edinirsiniz, belki kardeş programları ile eğitimine katkı olursunuz, yönderlik yapabilir, kimse dinlemiyor beni diye ağlayan birini dinleyebilirsiniz…
Tüm dünya sizin için burada, ne kazandığınız para, ne mevkii sahibi oluşunuz, ne hangi marka araca sahip olduğunuz önemli değil… Peki bu telaş, gelecek kaygısı, çocuklarımız daha başarılı olsun, standart beklentilere uygun davransın kaygısı neden?
Einstein benzeri bir evladınız yok ise, üzgünüm sizin hatanız, çünkü çocuğunuzun kendi yeteneklerini keşfedip o yolda gelişimine izin vermek yerine, toplumun kopyalanan trendlerine göre olması için uğraşmanızın sonucudur. Bırakın yüreği kocaman o minikleri, sizin gibi olmaya zorlamayı, bırakın kendileri olabilsinler. Sadece doğadaki tüm canlıların haklarına saygılı, paylaştıkça çoğalanı, sevgi dolu olmayı öğretin..

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Geç olmadan…

2017, 11:
Geç olmadan…
Nafiye Ç. Özdemir
Sizlere henüz izlemediyseniz; Dangal filmini ilk fırsatta izlemenizi önerebilirim.
Toplumun onayladığı bir ebeveyn olmayı yeğleyebilir veya çocuklarınızı sizden daha ötesine ulaştırabilmek adına, bazen size dahi arkasını dönebilecek güçte yetiştirebilirsiniz.
Ne kadar cesursunuz? Filmde; bir babanın ülkesinin geleneklerine karşı göğüs gerişi ve çocuklarını kendi hayallerinin dahi ötesine taşıyışı muhteşem bir şekilde anlatılmış.
Bazı ailelerde, kadın erkek görevleri belirlenmiştir yani kız evlatlar anneleri, erkek evlatlar babaları tarafından geleneklere göre yetiştirilir. Gelenekler önemlidir, küçüklerin söz hakkı yoktur. Bazı ailelerde ise; anne babalar çocuklarım benden daha iyisine layık diyerek, kendi çocukluklarında nelerden mahrum hissetmişlerse, onları evlatlarına sağlamanın peşinde olurlar, hatta öyle ki, çocuklar kıymet bilmiyor diye dertlenirler… Bazı aileler ise, diğer aileler ile yarıştıkları gibi, çocuklarını da diğer ailelerin çocuklarıyla sürekli kıyaslarlar.
Hiçbirimiz, bir anne baba okuluna gitmiş değiliz. Büyüklerimizin yanlış veya eksik sandığımız özelliklerine göre veya büyüklerimizin onayladığı ölçüde çocuk yetiştirmeye çalışırken, kendimizce doğru saydığımız davranış modelleri ile, hatta onlarca bu konu hakkında kitap okumuş olsak dahi, dilediğimiz sonuçları alamayabiliyoruz.
Hatırlayalım ki; bizler, anne babalar çocuklarımızın sahipleri değiliz, sadece onlara yetişkin olma yolunda ilerlerken, destek verebilmek üzere varız. Destek vermek bazen, onların dilediği yönde olmayabilirse de, sonuçta her daim onları sevdiğimizi bilmelerini sağlamak durumundayız. Çocuklarımıza sonsuz sevgimiz olduğunu kanıtlamamız gerekmiyor, eskiler gibi sadece uykusunda başını okşayan, koklayan ebeveynler olmamız gerekmiyor. Bir yandan sevgimizi, onlara verdiğimiz değeri, bize karşı fikirlerini dahi sükunetle dinleyerek, yargısız kalarak, seçimlerine saygı duyarak, hatta yanlış yapmalarına izin vererek gelişim süreçlerine katkı olmamız mümkün. Onlar şimdi anlamasalar da, eskilerin deyimiyle zamanla anlayacaklardır.
Bizler insani değerlere sahip, vatanına hizmet eden, inançlı, duru bireyler yetiştirmek adına kendimize özen gösterelim.  Bizler erdemli kişiler olabildiğimiz ölçüde, doğru örnek olabilir ve onların da çevrenin farklı çekiştirmelerine rağmen, muhteşem insanlar haline dönüştüklerini gözlemleyebiliriz. Başarılı olsunlar diye, sınavlarda yarıştırmaktansa, gerekeni yaptığı ölçüde, gayretinin karşılığını alacağı bilinci kazandırarak, kendine güven duymasını sağlayalım. Varsın karnesi pek iyilerle dolu olmasın, bırakın bir kedi, köpek gördüğünde başını okşasın, yazın kuşlara su, ekmek koysun… Bırakın çocuk olsun… Ayşe Hanım kızını baleye, Ahmet Bey oğlunu basketbola yazdırmış, biz de yüzmeye, karateye yollayalım derdinde olmayın. Nasılsa siz her ne yaparsanız, yapmayı atladığınız birçok şey bulunur. Esas olan, çocuğunuz ne istiyor, neden istiyor, sizin imkanlarınız ne kadarına yetiyor, dengesinde orta bir yol bulmak… Çocuklarınıza soru sorun, gelecekle ilgili hayalleri nelerdir? Niçin? Başka neler mümkün? Birlikte bakış açınızı geliştirin, hayalleri zenginleştirin… Televizyonda izledikleriniz her neyse kapatın ve çocuğunuzu sonsuz bir sabır ile dinleyin… Saçma bulsanız da, size tamamen ters görünse de dinleyin… Hayat koşullarınız ve sorunlarınız her ne olursa olsun, çocuklarınız bunları anlayamaz çünkü henüz deneyimlemedikleri noktadasınız, ayrıca onları dünyaya getirenler sizlersiniz… Hatırlayın ve onlara kocaman bir gülümseyin, başınız ağrısa da, ay sonu gelmeyecek gibi görünse de, öyle bir sarılın ki, sanki son kez kucaklıyormuşçasına… Geç olmadan…

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Hoca olmak, öğrencinin kendi yolunu bulmasına katkı olmaktır…

Çok düzenli pamuklara sarılı hayatım hiç olmadıysa da her zaman bir şekilde korunduğumu ve hazır olduğum ölçüde yönlendirildiğimi defalarca deneyimledim

Çocukluğumdan itibaren, her yaşadığım hastalıkla, kazayla, çuvallamalarımla kimi zaman bir yandan değersizlik hissine yenik düşmelere rağmen; diğer bir yandan güçlenmemi sağladı. 24 yaşımda bir öfke anımda iki parmağımla, içi tuğla kaplı koca sobayı devirmem sonrası, ürküp bu gücü istemiyorum dememden 20 yıl sonrasına dek, ideal evlat, anne, ideal eş olmaya çalıştım… Çok değer verdiğim bir dostun kalp kriziyle, 52 gün komada kalması sırasında, Rabbim o güce ihtiyacım var, bir şekilde yardım edebileceğimi biliyorum ama hatırlayamıyorum diye dualar ettim. Artık ölse çok çekti dediğim gün, refakat ettiğim sırada yanı başımda vefat etti. Peşi sıra anneannem, parkinson’ un son evresindeyken, annemi biraz rahatlatabilirim düşüncesiyle bakımını üstlendiğimde de, benzer hali deneyimledim. Üç ay sonra, bir gece yarısı teyzemi ölmek üzere gel diye çağırdım ve sabahına da vefat etti. Öncesinde ve sonrasında da acıya dayanıklılığımın test edildiğini düşündüğüm ve uyanışa geçemediğimi düşündüren birçok olay yaşadım. Zaman geçtikçe fark ettiğim dünde yaşanılanların bugünleri, hatta yarınları dahi muhteşem bir şekillendirme gücü olduğuydu…Geçmişte her ne yaşanmışsa minnettar olun, şimdiki sizi oluşturmaya katkıları var… Elbette siz her defasında, bu niçin benim başıma geldi demeyi bırakıp, bu yaşananlardan nasıl ders alıp yolumu şekillendirebilirim diye sormayı öğrenirseniz… İşte bakış açısı dönüştüğünde, yaşamınıza kattıklarınız da o doğrultuda şekillenmeye başlar…
Çok saydığım ve sevdiğim bir komşumuza, seneler önce tekâmül nasıl bir şey? Ne zaman, nasıl tekâmül edeceğim diye sorduğumda aldığım yanıt, benden bilgi saklıyor, hani bilgi paylaştıkça çoğalır diye düşünüp bozulmama sebep olmuştu. Yani bir türlü olamıyordum. Dağ başında, çimenler, çiçekler, kuşlar arasında meditasyon yaparak, şehrin keşmekeşine dönünce o müthiş ruh halini sürdürmeyi başarabilen kaç kişi vardır? İşte şehrin kargaşasına, hayatın bizleri sınamalarına rağmen ruh halini barışçıl, sevecen korumayı sağlayabilen derviş olabilmek için neler yapabiliriz?
Nihayet, senelerdir gidemediğim masaj kursuna başladığımda, sanırım esas yol arayışıma çıkabilmiştim. Hocamız sen şifacı'sın dediğinde, ben mi? En sevdiğim iki kişinin ölümünü izledim, elimden bir şey gelmedi dediğimde de hala kaybolmuşluk hissi ağır basıyordu. Meğer şifa iki yönlü imiş…
Yol ne yandan gidilse son aynı gibi, mühim olan yolu gidişteki kalite, üslup olsa da, yol epey meşakkatli... Bir yandan masajın tek başına yetmediği, toplumumuzda masaja bakışın düzelmesine, ne ticari ne kültürel ne de din propagandası yapanlarca çok ta, izin verilmeyeceği düşüncesindeyken, insanların sizi yaşınıza, öğretim seviyenize, bedensel görüntünüze göre değerlendirmesinin bitmediği ki; bu insanlar neye ve kime göre nasıl değerlendirme hakkını kendilerinde görürler?..  Hipokrat veya İbni Sina da gibi isimler de; çevrelerini gözlemleyerek, hayvanları inceleyerek, atalarından aktarılan bilgilerle topladıkları bitkilerle ilaç hazırlamalarıyla yola çıkmadılar mı? Tıp okulları, onların bilgilerini derleyip, bu yolda ilerlemek isteyenler için kolaylık sağlamak için oluşturulmadılar mı? O zaman neden ilerler görünürken gerileyen bir dünyadayız? gibi sorgulamaları bırakarak, hem ekonomik olarak daha güçlü olmak üzere hem de önce kendime sonra çevreme, kendimi kanıtlamak ve başardı desinler gibi bir ihtiyaçla, mümkün olabildiği ölçüde, seminer ve eğitimlere katılarak kendimi geliştirmeye çalıştım. İçimde ufacık fısıltı sen bundan daha fazlasısın diyordu. Şimdilerde seminerlerime katılanlara sen bundan daha fazlasısın diyorum…
Yaşanan gerçek hayatın içinde, öğrendiklerimin birçoğunu kullanamıyordum. Üvey babam ''biliyorum diyebilmek o konuyu içselleştirmekle olur, dünyaya ya iyi bir insan yetiştir ya iyi bir eser bırak ki burada olmanın anlamı olsun, ne olacaksan en iyisi ol'' derdi. Dediğini ne denli başarabildiğimi zaman gösterir, bu günkü beni oluşturabildiğim için onur duyuyorum ki bu da babamın başarılı olduğunu kanıtlıyor.. Kendi vazifelerimi yerine getirebilmeye odaklanarak, yargılamaları bıraktıkça, hayatın olağan akışına gözlemci kalabildikçe kolaylaşıyor… Peki daha genç yaşlarda insanların hayatlarını güzelleştirmek nasıl olur? Bizlerin yaşanmışlıklardan aldığımız tecrübeler ışığında, gençlerimize daha başarılı, daha çalışkan olmaları için dürtelemeleri bıraksak, kendi sınırlarını keşfetmelerine izin versek, kimi belki otuzlu yaşlarında hala arayışlarını tamamlayamamış mı olurlar? Bir ipe sap olamadın diye yargılamasak… Birey olarak saygınlığın; ne okudukları, hangi dereceyle mezun oldukları, hangi mevkiide, ne kadar kazandıklarıyla alakalı olmadığını önce bizler farkedebilsek… Tüm bunlar hayatı daha kolay hale getirmek üzere dünyevi detaylar, elbet mevkii, maddiyat daha konforlu yaşam sunar… O halde daha konforlu yaşayanlar niçin mutlu değiller? En marka giysiler, en marka araçlara sahip olanların yüzlerinde niçin gerçek bir gülümseme yokken, ayağında terlik dahi olmayan biri soğuk bir havada size koskocaman gülümseyebiliyor? Hayata maskelerle başlamak bir sıfır yenik başlamak gibidir… İçimizde bizi gülümsetecek yeşertebileceğimiz, keşfedebileceğimiz öyle çok zenginliğimiz var ki… O halde çocuklarımızın, gençlerimizin; sadece güzel yürekli, sorumluluk bilincine sahip insanlar olmaları yeterli olmaz mı?
Bu arada elimden geldiğince, kendi deneyimlerimden de yararlanarak, kleanter, öğrenci veya sadece bir merhaba dediğim insana dahi, aldığı kadar yardıma hazırım. Biliyorum ki birine yardım ederken aslında kendime ediyorum.
Hayallerimin ötesinde; ne kadar insanın duasını alabilirsem, ne kadar daha yüzümü gülümseten samimiyetimde yaşamayı başarabilirsem, o denli vazifemi yerine getirebilmiş hissedeceğim.

13 Nisan 2017 Perşembe

Geçmişten bugüne istenmediği halde karşılaşılan olaylar…

Bu makale 12 nisan 2017 tarihinde, Boluolay gazetesinde yayınlanmıştır.

Belki geçmişte siz de onlara değilse bile birilerine benzer bir tutumda idiniz… Belki hatırlamıyorsunuz…
O en iyi niyetli zannettiğiniz halinizle dahi, daha iyisini bilirmişçesine fikir yürütmeler, akıl vermeler, karşınızdakinin algılarını, duygularını, zihin kapasitesini hiçe sayarcasına… Hani aranızdan ben asla öyle bir şey yapmadım ömrümce diye savunmaya geçenleri duyar gibiyim…
Lütfen bir hatırlayalım, daha çocukluktan başlayan alışkanlığa dönüşen doğru sandığımız yanlışlar ki, aslında kopyalamaktan ibaret değil midir hayatımız? Bebeklikten yürümeyi, konuşmayı öğrenişimizden okumayı yazmayı öğrenişimiz, örnek liste uzar gider, hep bir üstümüz sandıklarımızı kopyalayıp, sonra yumurtadan çıkıp kabuğu beğenmeyen hallere varışımız…
Nesiller arası çatışmalar, çocukların büyüdükçe aileleri ile çocukluk travmaları adı verilen, temcit pilavı gibi dönip dolaşıp önünüze çıkardıkları, sizi dumura uğratan geçmiş hesaplaşmalarıyle neredeyse intikam alırcasına acımasız tavırları…
Öyle anlarda ebeveyn olmayı bilmiyorsan çocuk yapmayacaktın gibi söylemleri… Sizi taa eskilere döndürüp, o anki ruh haliniz içinde değerlendirip,  gerçekten ne yaptım diye, şimdiki ana geçmişi taşımalar…
Kimi ailesinin yanlış bulsa dahi yüzüne vurmaz saygıda kusur etmezken, kimileri ömür boyu ailesini suçlamayı ve onlarla çatışmayı sürdürür, kimileri ortalarda bir yerde suçlamayı bırakıp hoş görmeye çalışır, hatta geçmişte yaşananlar da bugünküler gibi birer öğretiden ibarettir, her travma içimizdeki bize daha yaklaşabilmemiz için ışık tutar ve kendi sorumluluğumuzu alabilmemiz için aslında hayatın hediyeleridir diyebilir…
Geçmişte takılı kalarak, bulunulan anı da kendine ve çevresine sıkıntılı bir sürece döndürmek veya geçmişten dersleri alınmış daha değerli bir yaşam akışını deneyimlemeyi seçmek…
Nasıl dünkü anılar, bugünü etkiliyorsa hatırlayın ki bugün de yarını etkiliyor. Yarınınızı değerli kılmak için bugünden neleri dönüştürebileceğinizin seçimi tamamen sizin.
Odağınız affedememe, dünün intikamı, karşındakini yerme olduğu sürece sürekli karşınıza çıkan her olay ve kişide bunları deneyimlemeyi sürdürüyorsanız, geleceğinizi daha olumluya nasıl dönüştürebilirsiniz?… Zihninizde neleri sizin ve çevrenizin en yüksek hayrına dönüştürebilmeniz mümkün?  Önce kendini sonra çevresinde sorumlu tuttuğu kişileri affedip, tüm olanların bilinmeyen çok daha güçlü nedenleri olabilirliğini kabullenin.
Aldatılıyorsanız, kendiniz başta olmak üzere, kimleri aldatmış olduğunuzla yüzleşin… Başkalarına güven duyamıyorsanız kendinize güven duymakla ilgili çalışmalısınız… Her an yaşamı olumsuz etkileyen şeyleri konuşarak, yaşamın daha iyi olmasını nasıl bekleyebiliriz?
Olumsuz olanları olumluya dönüştürmeye nasıl katkı olunabilir diye sordukça, zihin çözümler üretmeyi başarabilir… Bu arada hayat yine yeni sınavlar çıkaracaktır… Gerçekten ders alındı mı?? Tam oldu öğrenildi sanılan yerde, öyle bir sürprizle karşılaşmak mümkündür ki, yaş ve yaşanmışlıklar bir anda sıfır altı hislere düşüp, tüm hayat boşa geçmiş dedirtebilir.
O yüzden her ne olursa olsun, hayatı yeni deneyimleri kolaylık ve ihtişamla aşabilmeye niyet etmeyi hatırlayalım. 

17 Şubat 2017 Cuma

Üçlü filtre testi…

16 Şubat 2017, 08:48
Bu makale 73 kez okundu
Üçlü filtre testi…
Nafiye Ç. Özdemir
13 Ocak akşamı internet üzerinden yayın yapmakta olan; Radyo Fibromiyalji’ nin konuğu oldum. Fibromiyalji rahatsızlığı yaşayanlara ve yakınlarına, yalnız değilsiniz mesajı veren, haftada iki, Pazartesi ve Perşembe akşamları dokuzdan on bire dek süren bir yayın hazırlıyorlar.
Sağlık sorunlarına yakınlarının yılgın tutumlarından tutun, bu hastalık üzerine sihirli bir formül arayışlarına dek sohbet ettik, ufak bir meditasyonla programı kapattık. Bana bu fırsatı veren, programı hazırlayıp sunan Hülya hanım’ a buradan da ayrıca teşekkür ediyorum.
Açıkçası hemen hemen her bireyin elinin altında internet var, ancak araştıran, o bilgiyi okurken yeni birini daha öğrenmek üzere devam eden kişilerin artması sanırım biraz zaman istiyor.
Sağlığımızı korumak veya yeniden kazanmak üzere hekimlerden, ilaçlardan sihirli bir netice almayı umarken, kendi sorumluluğumuzu tamamen devre dışı bırakıp mucize bekliyor gibiyiz.  Bu noktada şayet siz sağlığınızı korumak adına bilgilerinizi arttırır ve alışkanlık kazanırsanız, elbette sağlığınızı yitirme riskinizi en aza indirgemiş olursunuz.
Peki alışılagelmiş söylemler neler? Doğru beslen, doğru uyu, su içimine özen göster, her gün veya gün aşırı egzersiz yap, destek gıda takviyesi al, kendine iyi davran gibi…
Kendine iyi davranmak nasıl bir şeydir? Sigara içme, alkol kullanma, başkaları için feda edip kar bekleme, önce kendi hayrını düşün gibi…
Yıllardır haberlerde olumsuz haberleri izleyen, ardından acıklı dizilerin bağımlısı olmuş, konu komşusunun dertlerini, aile büyüklerinin sağlık sorunlarını yük edinmiş kişiler için alışkanlıkları artık dönüştürme zamanı gelmiş midir?
Burada kıssadan hisse paylaşmak istiyorum;
Eski Yunanda, Sokrates bilgiyi saklamakla saygın bir üne sahipti… Yolda bir tanıdığına rastlar, adam arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun der… Sokrates; bir dakika bekle, bir şey söylemeden önce, küçük bir testten geçmeni istiyorum, buna üçlü filtre testi deniyor. Arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan, bir süre ne diyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir. Üçlü filtre testi dememin sebebini az sonra anlayacaksın. Şimdi söyler misin, birazdan arkadaşım hakkında söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin? Adam; hayır, aslında sadece duydum ve… Tamam öyleyse, sen bu söyleyeceklerinin gerçekte doğruluğunu bilmiyorsun. Peki arkadaşım hakkında söylemek üzere olduğun, iyi bir şey mi? Adam, hayır tam tersi… Yani onun hakkında doğruluğundan emin olmadığın ve kötü bir şey söylemek istiyorsun… Yine de testi geçebilirsin, Arkadaşım hakkında söyleyeceğin benim işime yarar mı? Adam yine hayır diye yanıtladı… Eğer bana söyleyeceğin doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar değilse bana neden söyleyesin?
Zihnimizi faydalı bilgilerle dolduralım, paylaşımlarımız herkes için iyi ve yararlı olsun… Elbette her insanın kişisel sorunları, çıkarları, çevreden alışageldiği düşünce ve davranış kalıpları var. Her birini dönüştürmeyi başaramasak bile, elimizden gelen gayreti göstermek gibi bir yaşam felsefesi oluşturmayı başarabiliriz.
Her gün bilimsel araştırmalar ışığında, dünyamıza yenilikler ekleniyor. Kimi hepimiz için faydalı… Mesela magnet sağlık destek ürünleri, nitrik oksit üretimimize de yardımcı doğal destek takviyeleri, araştırın… Düşünce ve davranış biçimimizi değiştirmedikçe farklı sonuçlar elde edebilmek sadece hayal olur. Bu yüzden her sorunda birçok çözüm yolu saklı olduğunu bilerek, niyetinizi çözümlere odaklayın. Rabbimiz devasız dert vermemiştir, inanç ve gayret içinde olmayı sürdürün.