KOMŞULUK…
…denilince; aynı binayı, aynı mahalleyi, aynı kıtayı şeklinde devam edebiliriz…
Atalarımız komşusu açken tok yatan bizden değildir anlamında deyişlerle bizleri büyütmüşlerdi… Sonra ne değişti?
Kime, neye göre bakış açıları ve davranış modelleri geliştirdik?
Bir komşunun evinde hasta yatağında acılarla kıvranan varken; yan dairede yaş günü partisi düzenlenebiliyor… Bir komşuda cenaze kalkarken, diğerinde davul zurnalar düğün olabiliyor…
56 daireli bir binada yaşıyorum. Geçen yıllık toplantı sırasında; bir daire sahibinin annesinin vefatı sonrası, işsiz olduğu elektrik, suyunun borcundan kesildiği, aidatlarının birikmiş olduğu hakkında icra takibi yapılması üzerine konuşulurken; peki ramazan ayında herkes bir şekilde fitre, zekat veriyor, bu şahsın borcunu kapatmaya destek olmaya ne dersiniz diye sorduğumda; altmışını geçmiş bir hanım sinirli bir şekilde ayağa kalkarak; eli ayağı tutuyor çalışsın efendim ne diye onun borcunu üstlenecekmişiz diye itiraz etti, ardından seksenine gelmiş, üstelik hacı olmuş bir bey ona çok kereler yardım ettim artık hak etmiyor dedi. Biz kimiz ki, kimin neyi hak ettiğini yargılıyoruz, belli ki psikolojik sorunları var, dairesini yok pahasına satmaya razıyken alıcı çıkmıyor madem o zaman, bina sakinleri topluca, insani vazife olarak yardımcı olabilir diye önermiştim, baktım tek başımayım, o zaman yöneticiye hukuki süreci başlatın bari de satıp kaçarsa, borcu sizin üzerinize kalmasın derken buldum kendimi…
Ülkemiz komşularına yıllardır, kendi insanlarının işsiz kalmasına yol açan şekilde kapılarını açıyor… Her kiminle konuşsam; Suriyelilerin gelişi ile ülkemizde aşısı yapılmayan birtakım hastalıkların baş gösterdiğini duyuyorum… Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla, ülkemize Türki cumhuriyetlerden çokça insan yerleşti, uzak doğu ülkelerinden gelenler, siyahi hangi ülkelerden geldiklerini bilmediklerimle metrobüste, hızlı tramvayda, otobüste yan yana seyahat ediyoruz, yollarda tezgâh açmış saatten türlü hediyelik eşyaya kadar satış yaparlarken rastlıyoruz…
Bir yandan bu gelenlerin, okullara alımında dahi kimilerine ayrıcalık tanındığından, sınavsız alındığından şikayet edilişini duyarken; bir yandan da kimi insanlarımızın döviz bazında yanlarında yabancı hasta bakıcı, gündelikçi çalıştırdığına şahit oluyorum… Bir çok otel ve spor salonu spasında, Türk masaj uzmanları yerine uzak doğuluların tercih edilişini müşterilerin talepleri bu doğrultuda diye açıklayışlarına şahit oluyorum.
Hangi değerlerimizi, ne zaman, nerelerde yitirmeye başladık? Nasıl haklı bir savunmamız var? Ülkemizde gerçek anlamda eğitimlerini tamamlamak, mesleğinde ilerlemek için alın teri döken, emek veren vatandaşlarımız yerine yabancılar daha makbul hale nasıl geldiler? Bizim ülkemizden de türlü sebeplerle farklı ülkelere beyin göçünden söz edilir ya, koşullar sağlansa kimse yerinden yurdundan olmak istemez…
Bu tüm dünyanın sorunu, uzak doğudan gelenler de kendi vatanlarında olanaksızlıklar sebebiyle buradalar ve Türki cumhuriyetlerden gelenler ha keza… Doğduğun yer değil doyduğun yerdir vatanın derler ya; herkes kendi vatan özlemiyle bulunduğu yerde daha iyi yaşam koşulları oluşturma gayretinde…
Peki bu ülke için yirmi dokuz ekimde yürüyüş yapanlar, on kasımda atamızı ziyaret için Anıtkabir önünde biriken kalabalıklar, on sekiz martta Şehitler Abidesi’ ne akın akın ziyarete giden turlardaki sevgili vatandaşlarım bir şeyler yanlış gidiyor diye düzeltmek üzere yazıp çizenler hepimiz düşüncelerimiz ve davranışlarımızda neleri atlıyoruz da mış gibi yaşıyoruz? Bu çelişkilerden nasıl sıyrılabiliriz?
Mahallemizde her sokak başında bir çiçekçi var, hepsiyle selamlaşır zaman zaman hatır sorarım… Bir tanesi eski kalmış varsa bir kaban, mont istedi… Daha soğuklar başlamadı, üstelik sigaraya ayıracak parası var deyip onun bu dileğini görmezden mi gelmeliyim? Bu bana Yaradan’ a şirk koşmak gibi geliyor… Ben kimim onu yargılayayım? Kızılderili atasözü; birinin ayakkabısıyla altı ay yürümeden onun hayatı için yargıda bulunma der…
Komşulukta; mahalle içinde yaşamaya çalışan kedi, köpek, kuşlar da var… Belediye ve gönüllü ekipleri zaten bu iş için varlar deyip, onlara bir kap su, pencereme biraz buğday bırakamıyorsam insanlığımı sorgulama zamanım gelmiş te geçiyordur… Peygamber efendimiz; namaz kılarken eteğine kıvrılan kediyi uyandırmamak için eteğini kesmiş diye anlatılır… Canlı hangi varlık olursa olsun saygıyla davranalım; eve giren örümceği öldürmeden bahçeye atalım. Bahçemizdeki ağaca dahi hürmetle yaklaşalım ki yeni yetişenlere mirasımız gerçek komşuluk olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder