6 Haziran 2014 Cuma

yaşadığımız her şey yeni bir öğretidir..

Okulda önce ders verilir sonra sınav olursunuz,hayatta ise önce sınav olur sonra ders alırsınız.
Her birimiz,dönem dönem, durup ben ne yapıyorum ? Hayatta varoluş sebebim ne ? demişizdir..
Hoş bu sorunun yanıtında pek bir çuvalladığımızdan,zamanla sormaktan vazgeçip,koşturmacada kendi iç seslerine kulaklarını tıkamışlarımız az değildir..
Peki sormamız gereken asıl soru nedir ? Sanırım ben kimim? :) tuhaf mı oldu ? Bizler hep birilerine göre özel veya sıradan biriyiz..Peki kendimize göre biz kimiz ? neyiz ? nasılız? hedeflerimiz ? hayallerimiz ? kırgınlıklarımız ? biriktirdiklerimiz ?
Süreklilik içinde miyiz ? Hayattan kopuk mu ? mecburiyetlerle mi yoksa keyifle mi yaşıyoruz? İniş çıkışlarımızda kendimizle ne kadar yüzleşebiliyoruz ? Neye ve kime göre ?
Nasıl bir zaman kaybı gibi görünüyor değil mi ? Abuk sorulara gerek yok diyenlerinizi duyar gibiyim..hani toplum olarak yaşanılan tatsızlıklar,bir dolu sıkıntı boyumuzu aşmışken..diye devam edenlerinizi..
Okul sıralarında öğretilen hani aile toplumun en küçük parçasıdır.Aile anne baba ve çocuklardan oluşur yazar da annesi veya babası ölmüş veya boşanmış olanların içi nasıl cız eder o sırada..İşte bu ders kitapları beni okul yaşamından soğuttu..
toplumun dikte ettirdikleriyle onaylanan başarılar için uğraşanları gerçekten takdir ediyorum.Ben ve benim gibiler,ne okuyacağımıza,hangi konularda uzmanlaşacağımıza kendimiz karar verip,yolumuzu çizebilmek isterken kabul görmediğimiz gibi dışlanacak hallerde kalıp,sil baştan burnumuzu sürte sürte topluma uygun yoldan başlarız :)
Ah o burnumuzu sürten zamanlar hiç geçmeyecek gibi görünür..Sonra anlarız ki kendimize varmanın yolundayızdır..Bu öyle asfalt kaplı limuzinle seyahat edilen bir yol olmadığı için hayıflanırken,mutlulukların algımızı açmadığı,farkındalığımızı arttırmadığını düşünmeye başlarız ve akışa bırakış gelir..Derken akışa bırakmanın,pes etmek olmadığını,esas olanın gözlemci kalabilmek olduğunu düşündüğümüz bir nokta beliriverir.
Açıkçası bu döngü, hani hayata iki büklüm gelir yaşarken diklenir yaşlandıkça tekrar iki büklüm halimize döneriz gibi bir devinim midir ?
Yaşam grafiğimizdeki,iniş çıkışların bizi nereye taşıdığıyla ilgilenirken,hakkıyla yaşamayı atlamamalıyız..
Peki hakkıyla yaşamak nedir ?Elbette yarınlarımızı düşünmek durumundayız da,ya geçmişte ya da geleceğe çok odaklanırken anı yaşamayı kaçırmalarımız sonrasında keşkelere yol açmıyor mu ?
O halde anı değerlendirirken, neye göre seçeceğiz?
İçimizden geldiği gibi zannettiğimiz gerçekten iç sesimiz midir ?
Neleri kaybetme korkularındayız ? Neleri kazanma peşindeyiz ? Her daim, kendimizi sorgulamamız mı gerek ? Yoksa akış hiç düşünmeden akıntılara mı kapılmak ? Akıntılar..toplumun sürüklediği noktalar mı ? kader mi ? Ne yaparsak yapalım sadece savruluyor muyuz ?
Bazıları doğuştan şanslı derler,pek inanmam şansa ya..Peki doğuştan hiç bir maddi sıkıntısı olmayanla,açlık sınırında yaşayan arasında nasıl bir bağ vardır ? herkes zihninde mutsuzluğu mu yaratır ? beklentilerle ??? doyumsuzluklarla ???
geçim derdinde biri ile bu yaz tatilimi bilmem nerede geçirsem mi kararsızlığındaki kişi nasıl bir olabilir ? Sobasında ıslak odunları tutuşturup çocuklarına sıcak bir oda sağlama derdinde bir anne ile bebeğine hangi marka şampuanı veya organik havluyu alacağına karar veremeyen anne arasında nasıl bir benzerlik oluşur ?
Kefen!!!..Doğum şekillerimiz bile bizleri birbirimizden farklı konumlara getirebilir.Ölüm ise hepimizi eşit konuma getiren tek haldir. Onda dahi gömüldüğünüz yer,cenazenizle ayrım oluşturur geride kalanlar..
Hastalık,yaşlılık,geçirilen kazalar,travmalar oraya buraya koştururken, hiç birimizin aklına gelmez taa ki başımıza gelene dek !..
Sanki hep bulunduğumuz durumu koruyacak veya daha iyi bir hale gelecekmişiz gibi yaşarız.
El açan dilencileri kâh görmezden gelir,kâh kimbilir nasıl gömüleri vardır yine de dileniyordur diyerek ön yargılarımızla kınayarak..
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder